Nereden nereye...

Merkez Bankası 2023’te 818 milyar lira zarar etti. Bu para ile halkın tamamının kredi kartı borcu ödenebilir. Çiftçilerimizin tamamının kredi borçları 2 kere kapatılabilir. 196 adet F-35 uçak satın alınabilir.18 tane Osmangazi köprüsü yapılabilir. 20 tane tüpgeçit yapılabilir. Utandıklarını gördünüz mü ? İstifa eden duydunu mu? Bu parayı fakirden alınıp zenginleri daha zengin yaptılar. Tebrikler AKP. Bu arada 2024'ün ilk yarısında yaklaşık 45 ton altın alarak yılın en çok altın alan ülkesi olmuş Türkiye. Hesabını Merkez Bankası'nın ödediği bu altınlar neden dövize ve ekonomiye yansımıyor? Bir ülkenin merkez bankası zarar eder mi arkadaş! Ey halkım yok oluyorsun uyan merkez bankası yardım bağış yapabilir mi sanırım ülkenin temelleri toz duman olmuş!

İsrail'e gemiler gidiyor!

Cumhurbaşkanı Erdoğan; Birleşmiş milletler kürsüsünde yüksek sesle bağırırken gerçekte yaşanan yine İsrail’e giden gemiler. liman çıkışı ‘belge revizyonu’ yapan gemilerin ‘doğrudan’ İsrail limanlarına yol aldığı anlaşıldı. Ticaret trafiği resmi verilere de yansıdı. O iş bitmemiş: 'Filistin'e ticaret' 4 ayda 14 kat arttı. Gazze’deki soykırıma rağmen sürdürülmesi tepki çeken ‘İsrail ile ticaret’ hakkında Cumhurbaşkanı 24 Nisan’da ‘O iş bitti’ dedi. Ancak kirli alışverişin üçüncü ülkeler üzerinden devam ettiği ortaya çıktı... Gelinen süreçte ise sevkiyatın yeni bir ‘yolunun’ bulunduğu, liman çıkışı ‘belge revizyonu’ yapan gemilerin ‘doğrudan’ İsrail limanlarına yol aldığı anlaşıldı. Ticaret trafiği resmi verilere de yansıdı.

Borç 500 milyar dolar!

Bakın ülkemşin haline! 130 milyar Dolar borcu olan ülkeyi alıp, 2 trilyon vergi toplayıp, 70 milyar dolarlık mal satıp, 500 milyar dolar borçlu hale getir. Sonra kalk ekonominin kitabını yazdım de. “Faiz sebep Enflasyon sonuç” dedi çöküş başladı. Dolar 6 Liradan 10 Liraya fırladı. Ben görevde olduğum sürece faiz düşecek dedi 11lira. Ekonomi kurallarını dine bağladı. Ben ekonomistim dedi 12 Lira. Onların kafası basmaz dedi 13 lira. Ekonominin kitabını yazdık 14 lira. Eski bakan Nebati gözlerime bakın dedi 20 lira. Kur korumalı mevduat dediler 33 lira. Ama hala suçlu dış güçler

Ülke Suriyeliler için cennet!

Bakın arkadaşlar geçenlerde bir hemşire anlatıyor: "Baktığımız 60 hastanın 50’si Suriyeli. Suriyelilere verilen haklar Türklere verilmiyor. Kimlik çıkarıp adlarını değiştiriyorlar. Hastanede öncelikleri var, kendi halkımıza 'Yer yok' diyoruz" ve sevk ediyoruz. 2. sınıf vatandaş olduk. Eğer ülkesini, çocuklarını ve torunlarını biraz düşünen kişiler varsa üşenmesinler bir doğum hastanelerini, pttleri, dövüz bürolarını, üçlü marketlerin en çok alış veriş kartını kimlere verildiğini, çocuk yardımının ne kadar olduğunu araştırsınlar.Adamları göndereceğiz derken özel doğum hastaneleri açıp özel hizmette bulunuyoruz." Öte yandan Konya İl Sağlık Müdürü; "Suriyelilerimize doğum hastanesi yaptırmayı düşünüyoruz" diyor. Yahu kardeşim Esad kabul ediyor niye göndermiyorsunuz da bizim paralarımızla onlara hastane yaptırıyorsunuz! Kendi halkın aç perişan siz Suriyelilerinize harcayın bakalım hala. Sandıkta bunun hesabını sorulur.

Mustafa Kemal'in askerleri

Türkiye'de eğer o gencecik vatansever askerler mezuniyet törenlerinde kılıcı, kendilerini en kıymetli hazinelerinden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve harici düşmanlara çekerler. Bununla gurur duymak yerine rahatsız olursanız, Yunan da gelip karaya bastığında vatan toprağını savunacak dönem birincileri ifade veriyor olacak. Bir gece değil bir gündüz ansızın geldiler. Mustafa Kemal Atatürk ve Silah Arkadaşları beraber düşmanı def etmiş güzel çağdaş bir devlet inşaa etmişler. Eğitimde, sanayide, kültürde, dış işlerinde her konuda en ince ayrıntıyı bile düşünmüşler ülkeyi karanlık güçlerin ele geçirmemesi için çalışmışlar. O güzelim ülke şimdi şımarık cemaatçilerin, vatan bayrak bilmeyen kula kulluk edenlerin, bölücülerim hergün çoğaldığı bir hale dönüştü. Bizim çocukluğumuzun Türkiyesi bile ne kadar çağdaş demokrat bir ülkeydi ve gelecek kaygısı yoktu. Ama şimdi. Şimdiyi söylemeye gerek yok. Çok yazık ettiler bu güzelim cennet vatana çok.

İki çocuktan biri aç

Türkiye’de neredeyse 2 çocuktan 1’i, yoksulluk ve sosyal dışlanma riski yaşıyor. Bu oran 2022 verilerine göre Avrupa’nın en yüksek oranı. Durum böyle olunca bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek talebini, çocuk yoksulluğunu ve gıda sistemindeki sorunları birlikte düşünmek zorunlu hâle geliyor. Akademisyen Emel Karakaya ve Antep Milletvekili Sevda Karaca’ya göre ise çocuklar için iyi gıda talebi diğer hak mücadelesi alanlarının ayrılmaz bir parçası. Avrupa Birliği istatistik kurumu Eurostat, çocuk yoksulluğunu ölçen en önemli göstergelerden birine sahip. Kurumun AROPE (At risk of poverty or social exclusion) olarak kısalttığı yoksulluk veya sosyal dışlanma riski, yoksulluk riski altında olan veya maddi ve sosyal açıdan ciddi şekilde yoksun olan ya da çok düşük iş yoğunluğuna sahip bir hanede yaşayan kişilerin toplamına karşılık geliyor. Birimin istatistiklerini paylaştığı son ölçüm yılı olan 2022’deki verilere göre, Türkiye’de 18 yaş altı çocukların yüzde 43,6’sı yoksulluk veya sosyal dışlanma riski altında. Aslında kurumun verilerine ulaşabildiğimiz 2015 yılından bu yana Türkiye hep Avrupa Birliği ortalaması üzerinde çocuk yoksulluğu oranına sahip. Ancak 2015 yılında yüzde 35.5 olan oranın 2021 yılında yüzde 45.2’ye kadar yükseldiği görülüyor.

Yoksulluk kısır döngüsü

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) Mayıs 2024’te yayınladığı değerlendirme notuna göreyse bir ülkede çocuk yoksulluğunun yaygın olması, yoksulluğun kısır döngüsünün kırılamadığının bir göstergesi.Yoksulluğun kısır döngüsü, yoksulluğun yoksulluk doğurması ya da bir dış müdahale olmadıkça yoksulluğun kuşaklar arası aktarılması olarak tanımlanıyor. Döngünün yapısı üç aşamadan oluşuyor; Öncelikle yoksul hanelerde yaşayan çocuklar yetersiz beslenme ve nitelikli sağlık hizmetlerine erişememe gibi kısıtlarla büyüyor. Ardından düşük eğitim düzeyi ve beceri gelişimi gibi sorunlar tetikleniyor. En nihayetinde bu çocuklar yetişkinliklerinde düşük gelirli işlerde çalışmaya mahkûm kalıyor. Yani Eurostat’ın verileri baz alındığında Türkiye’deki çocukların neredeyse yarısı yoksulluk kısır döngüsüne hapsolma riski altında. Söz konusu risk ise bahsi geçen bu çocukların en azından bir öğün yeterli beslenmeye gereksinimi olduğunu ortaya koyuyor. Söz konusu kısır döngünün farkında olarak Türkiye’deki çocuk yoksulluğuyla mücadele eden en önemli kuruluşlardan biri Derin Yoksulluk Ağı. Bu dayanışma ağı tarafından hazırlanan Yoksulluk Koşullarında Eğitim: 2024 Türkiye’sinden Portreler Eylül 2024 adlı rapor, İstanbul’un farklı ilçelerinde bulunan 119 öğrenci ve velilerinden toplanan verileri derliyor. Rapora göre öğrencilerin yaklaşık yüzde 50’si okulda geçirdiği uzun saatlerde yalnızca ekmek arası ve tost yiyebiliyor. Ayrıca ev yemeği götüren öğrencilerin öğününde makarna ve pilav ön planda. Kantinden ne sıklıkta alışveriş yapabiliyorsunuz sorusuna ise yüzde 47.3’ ü hemen hemen hiç derken, yüzde 40.2’si haftada bir diyor.

Beslenme pilot çalışması

Şişli’de dezavantajlı öğrencilerin yoğun olarak devam ettiği bir ilkokulda yürütülen pilot çalışmada iki hafta boyunca okulda ücretsiz beslenme desteği sağlanıyor. Bu süre zarfında, okuldaki tüm çocuklara günde bir öğün beslenme dağıtılıyor. Pilot çalışma öğün desteği sayesinde öğrencilerin beslenme alışkanlıklarında iyileşme tespit ediyor. Ayrıca birlikte kahvaltı yapmak öğrencilerin özsaygısını yükseltirken devamsızlıklarını azalıp derslere katılımlarını arttırıyor. Çalışma zarfında hane bütçelerinde rahatlama olduğunu dile getiren veliler, uygulama menüsünün gıda çeşitliliği bakımından zayıf olduğunu dile getiriyor.

k1.jpg

EN AZ ASGARİ ÜCRETİN YARISI

Bir çocuğun sağlıklı beslenebilmesi için asgari ücretin yaklaşık yarısı gerekiyor. Kadınların birlikteliği ve dayanışmasıyla oluşturulmuş web portalı Ekmek ve Gül, bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek sloganıyla okullarda ücretsiz yemek talep eden kampanyayı örgütlüyor ve yaklaşık iki yıldır bu amaçla binlerce kadını bir araya getiriyor. Gaziantep Milletvekili Sevda Karaca hem bir örgütlenme ağı hem de kadın yayıncılığı platformu olan Ekmek ve Gül’ün uzun yıllar sözcülüğünü ve koordinatörlüğünü yaptı. Karaca, Ekmek ve Gül’ün "1 Öğün Ücretsiz Sağlıklı Yemek" kampanyasının çocuklarının beslenme çantalarını sağlıklı şekilde dolduramayan kadınların talepleriyle şekillendiğini dile getiriyor: “Bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek çocukların bir bütün olarak varlıklarını koruyabilmeleri yaşayabilmeleri için çok temel bir mesele. Bizi bu kampanyaya iten, çocukların neredeyse bütün öğünlerini karbonhidratla doldurabilen ilerleyen zamanlarda ise bir makarnayı bile bulamayan yoksul ailelerin koşullarıydı. Bu istek aslında kadınların kendi öz talebi olarak ortaya çıktı. Yoksulluk artıyordu ve kadınların sadece beslenme çantalarını doldurabilmekle ilgili değil, akşam çocuk okuldan eve geldiğinde önüne bir tabak yemek koyabilmekle ilgili dertleri vardı.” Karaca, Derin Yoksulluk Ağı’nın pilot çalışmasını iyi niyetli bir politika aracı olarak görse de kendi taleplerinin hazır gıdayla oluşturulmuş kahvaltı öğününden fazlası olduğunu dile getiriyor:
“Bugün asgari ücretin yaklaşık yarısı sadece bir tek çocuğun sağlıklı beslenebilmesi için ayrılmak zorunda. Bu tutara Millî Eğitim Bakanlığı’nın Emine Erdoğan’ın himayesinde başlattığı Okulumda Sağlıklı Besleniyorum Programı’nın önerilerini dikkate alarak ulaşıyoruz. Bizim beklentimiz kıytırık bir poğaça iki tane zeytin bir tane de küçük kutu bal değil. Sağlıklı öğün, öğünün malzemelerinin nereden sağlandığı ile bağlantılıdır. Piyasa koşullarında en ucuza getirmeye çalıştığın şey değildir sağlıklı öğün. Çocukların temel ihtiyacı olan besin değerine sahip iyi gıdadır. Emine Hanım’ın söylediği öğünü çocuklara yedirebilmektir. Sadece kahvaltı da değildir. Çocukların yaş grubuna o yaş grubunun ihtiyaç duyduğu öğüne ve o öğünün sağlandığı bölgenin ihtiyaçlarına göre belirlenen öğündür. Devletin bunu yapmaya, sağlamaya kaynağı da var, bütçesi de var, hukuken zorunluluğu da var.”

k2.jpg

BELEDİYELERİN İKİ DUDAĞININ ARASINDA

Bu düzenlemenin Millî Eğitim Bakanlığı’na maliyeti sorulduğunda Sevda Karaca, piyasa odaklı düşünen maliyet hesaplarının yanıltıcı olduğuna vurgu yapıyor. Kısaltılmış bir gıda tedarik zinciri ile yetiştiriciden aracısız şekilde çocukların öğününe ulaşan ve o bölgenin öğretmenevlerine meslek yüksekokullarına ait mutfaklarda hazırlanmış bir gıda modelini savunuyor. Kentsel gıda planlaması üzerine çalışan ve İzmir Demokrasi Üniversitesi’nde görevli Emel Karakaya Ayalp’a göre Karaca’nın önerdiği model “çiflikten okula” (farm to school) ismiyle dünyanın çeşitli yerlerinde halihazırda uygulamada olan bir model. Ancak bu ve buna benzer gıda modellerinin Türkiye’de uygulanabilirliği büyük oranda belediyelerin inisiyatifine bırakılmış durumda ve Türkiye topu yerel yönetimlere atmak konusundaki tek örnek de değil: “Çiftlikten okula projeleri hem çocukların sağlıklı beslenmesine olanak tanıyor hem de çiftçiye alım garantisi sağlıyor. Gıda, piyasanın eline bırakılmamış oluyor. Böylelikle rakamları piyasadaki aktörler belirlemiyor. Mesela kooperatifin olmadığı ortamda büyük süt şirketlerinin verdiği rakamlar süt üreticisine bizim aldığımız pet şişe sudan daha ucuzdu. Ancak gıda sektöründen devletler bütün dünyada adım adım aşamalı olarak çekilirken, Türkiye’de çiftçiye devlet desteği 2001 yılında çiftçi kayıt sisteminin oluşturulduğu dönemde bir anda kesildi. 2016 yılında ise Habitat 3 toplantısında Birleşmiş Milletler iklim krizinin sorumluluğunu gıda krizinin sorumluluğunu belediyelere bıraktı. Fakat bu tehlikelidir.” Karakaya, Ekmek ve Gül ile Derin Yoksulluk Ağı gibi organizasyonların kamuyu çocuk yoksulluğu ve gıda egemenliği alanında harekete geçirmeye odaklanan çağrılarının oldukça kıymetli olduğu görüşünde. Çünkü yalnızca yerel yönetimlere bırakılan ve merkezi olmayan bir gıda politikası günün sonunda kırılgan olmaya mahkûm: “Devletin olmadığı yalnızca yerel yönetimlerin olduğu durumda başkanın iki dudağının arasındasınız ve bu süreksizliği de beraberinde getiriyor. Sadece yerel yönetim eliyle oluşturulmuş politikalarla çok dirençsiz bir ekonomik yapı kurulmuş oluyor. Çünkü size alım garantisini veren yerel yönetim çok değişken bir kurum. Bir yönetim döneminde adanmış idealistler tarafından hayata geçirilen iyi bir uygulama diğer yönetimce bir anda sonlandırılabiliyor. Üstelik devre dışı bırakılmış projelerle kamuyu zarara uğrattığınızda hiçbir ceza almıyorsunuz. O yüzden sivil toplumun kamuyu devreye sokma çabasını inanılmaz önemli buluyorum.”

k3.jpg

KULLAN-AT İŞÇİYE DÖNÜŞEN ÇOCUKLAR

Beslenmenin yaşam hakkıyla ilişkisinin ve bütün olarak eşit yurttaşlık haklarının ayrılmaz bir parçası olduğunun bilincinde bir kamu iradesi yoksulluk kısır döngüsünü kırmak adına hayati önem taşıyor. Sevda Karaca’ya göre bir öğün ücretsiz sağlıklı yemek, sadece çocukların haklarını korumakla kalmıyor aynı zamanda bu çocukların çocukluk ve yetişkinlik dönemlerinde yaşayabilecekleri birçok toplumsal sorunun da önüne geçiyor: “Çocukların sadece ailelerin malı haline getirildiği, çocukların sorunlarınınsa sadece ailelerin baş etmesi gereken sorunlar olarak görüldüğü bu düzende çocukların kaderi baştan çizilmiş oluyor. Yoksul çocuklar sonraki dönemde yoksul yetişkinlere dönüşüyor. Yoksul çocuklar demek devletin çocuk olmaktan kaynaklı haklarının gereğini yerine getirememesi demek. Aynı zamanda bu çocukların her birinin ilerleyen yaşlarında işçi cinayeti iş kazaları vakalarına, anne çocuk ölümleri ve yoksulluk rakamlarına eklenen bir sayı olması demek. Bir öğün ücretsiz yemek, çocukların çocuk olmaktan kaynaklı haklarını sağlamak zorunda olan devletin işte çocukları böylesi olumsuz şeylerin bir rakamı haline getirmemek için yapması gerekendir.”

k4.jpg

TÜRKİYE'DE HER İKİ KİŞİDEN BİRİ ANTİDEPRESAN KULLANIYOR!

Türkiye’de son yıllarca ciddi oranda toplumsal şiddet ve intihar olayları yaşanıyor. Bunun başlıca sebeplerinden birinin ekonomik sebepler olduğuna dikkat çeken Uzman psikolog Servet Aşan, “Ülkemizde her iki kişiden biri antidepresan kullanıyor” dedi. Türkiye’de geçtiğimiz günlerde yaşanan şiddet olayları, “Türkiye’de toplumsal şiddet ve intihar olayları neden artıyor?” sorusunu gündeme taşıdı. Toplumsal şiddetin birden fazla nedene bağlı olabileceğini vurgulayan Uzman psikolog Servet Aşan, en önemli faktörün ekonomik sıkıntılar ve buna bağlı olarak gelecek kaygısı olduğuna dikkat çekti. Şiddet bir tür öfkenin yansımasıdır. Öfkenin oluşturduğu birçok konu olabilir, öfke birçok şeyden oluşabilir. Bu faktörlerin içinde; sosyoekonomik durumlar vardır, geleceğe dair belirsizlik vardır, bireyin içinde bulunduğu ilişkilerden kaynaklı problemler vardır, çevresel etmenler vardır. Yani bu öfkeyi tetikleyen her şey olabilir. Fakat biraz daha spesifik ölçüde baktığımız zaman ülkemizde son yıllarda özellikle ekonomik faktörlerin çok daha fazla ön planda olduğu ve kişilerin, özellikle genç bireylerin geleceğe dair belirsizliklerle yaşamlarını sürdürdüğü bir noktada, tahammül seviyesindeki düşüklük ve öfke probleminin ortaya çıkmasının başlıca sebebi olarak görülebilir. Ülkedeki antidepresan kullanım kutu oranı neredeyse 2024 yılının bitimine yakın 100 milyon kutuya ulaşmış gibi görünüyor. Bu şu demek oluyor; Her iki kişiden biri neredeyse antidepresan kullanımına başlamış. Dolayısıyla bu yönden baktığımız zaman hem kutu oranındaki artış hem de özellikle pandemiden sonra anksiyete ve depresyon oranında global anlamda yüzde 25’lik bir artış var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi