İlknur Doğu Öztürk

İlknur Doğu Öztürk

Haber mi reyting malzemesi mi?

Türkiye Diyarbakır’da kaybolan Narin’in cansız bedeninin evine çok yakın bir derede bulunmasıyla sarsıldı. Narin ve onun gibi yitirilen çocuklar büyük üzüntü nedeni. Özellikle son dönemde çocuklar ile ilgili gündemdeki haberler biz nasıl bir toplum olduk sorusunu sorduruyor. Bu sorunun acı verici olmasının nedeni ise her defasında aynı soruyu sorup sonra hayatın kaldığı yerden devam ettiğini bilmemiz.

Hala çözülemeyen bir cinayette hayatını kaybeden 8 yaşındaki Narin Güran ile ilgili haberler 21 Ağustos’tan beri tüm Türkiye’nin gündeminde. Tutuklu şüphelilerin büyük bir kısmının Narin’in aile fertleri olması, olayı toplumsal bir yaraya dönüştürdü.

Olayın toplumsal etkisini daha da derinleştiren unsur ise medya oldu. Medya bu ölümü nasıl ele aldığı konusunda önemli bir sınavdan geçti. Sadece ulaştığı haberi veren bu sınavdan alnının akıyla çıkan gazeteciler, olayla ilgili kamuoyunu bilgilendirmeye çalıştı. Ancak bazı medya mensupları için bu sınavın sonucu maalesef çok da başarılı olmadı.

Bu süreçte aile üyelerinin olaydaki rolünden tutuklamalara, polise verdikleri ifadelerinden arama çalışmalarıyla ilgili iddialara, otopsi tartışmalardan WhatsApp yazışmalarının polisle paylaşılmadığına kadar gerçek olan olmayan pek çok tartışmalı iddia ekranlarda konuşuldu.

Bazı gazeteler Narin’i konu edinen haberlerinde “kurban”, “mağdur” ve basınla paylaşılan fotoğraflarına atıfta bulunarak “melek” gibi duygusal bir dil kullanmayı tercih etti. Olayın dramatik etkisi çok yüksekken haberi dram etkisini arttıracak hüzünlü bir müzik ile kurgulayarak sunanlar oldu. Bu haber dili ve sunumu basında zaman zaman gördüğümüz, hak odaklı olmayıp daha çok izlenme oranına odaklanılan haber kurgusu ve dilinin güncel örneğiydi.

Konuyla ilgili haberlerde, özne hep Narin ve ulaşılan bilgiler olmalıyken zaman zaman gazetecilerin, sunucuların duygusal sahnelerde tahmin ve spekülasyonlarla ön plana çıktığına da tanık olduk. Köyden gözü yaşlı şekilde canlı yayınlara katılan muhabirleri de Narin’in yaşamadığın hissettiğini söyleyerek açıklama yapmaktan çekinmeyenleri de gördük. Oysa, duyguların kontrol edilerek yayının tamamlanması gazetecinin haberin önüne geçmeyeceği, haberin öznesi olmayacağı bir yayın için şart.

Hatta daha da ileri giden bir örnekle karşılaştık. Gündüz kuşağında yayınlanan bir magazin programında sunucular, Narin için canlı yayın sırasında çığlık attı. Kız çocuklarının yaşadıklarına dikkat çekmek istediklerini açıklayan sunucuların bu eylemi şov olarak algılandı.
Yukarıda aktardığım kötü örnekler, haberi okutacak çekiciliği yaratacak ve felaketten reyting/tiraj elde edecek bir dil yerine halkı bilgilendirme ve farkındalığın yükselmesini sağlamanın amaç olması gerektiğini gösteriyor. Olayın kendisi zaten oldukça dramatikken daha da dramatik hikayeler yaratmaktan ve bu hikâyelerin başrolünde medya mensuplarının yer almasından kaçınmak şart. Olayın önüne geçecek duygu yansıtmamak, yorum yapmamak medyanın sorumlulukları ve meslek etiği açısından oldukça önemli kurallar.

go.jpg

Şeffaf bir iletişim yerine yayın yasağı

Toplumu sarsan, korkutan ve belirsizlik yaratan olaylarda kamuoyunun ilk eğilimi bilgiye ulaşmaya çabalamaktır. Böyle bir ortamda sosyal medya üzerinden ulaşılan yanlış bilgi ise maalesef çok inandırıcı kabul ediliyor. Sosyal medyanın yankı odaları ve algoritmaları, inandırıcı bulunan yanlış bilgilerin hızla yayılmasına olanak sağlıyor. Bu nedenle doğru kaynaktan bilgi paylaşımı yapılmadığında oluşan bilgi boşluğunun yerini söylenti, tahmin veya senaryolar dolduruyor.

Narin’in kayıp olarak arandığı haberi medyada yer aldıktan sonra tüm Türkiye’nin gözü kulağı gelecek iyi bir haberdeydi. Bu da medyada yer alan her bilgiyi daha da önemli hale getirdi. Bu sırada hatalı bir iletişim stratejisi uygulandı. Şeffaf bir iletişim yerine yayın yasağı tercih edildi.

Diyarbakır 5. Sulh Ceza Hakimliği konuyla ilgili haberlere yayın yasağı getirdi. Bu yayın yasağı sırasında medya mensubu olan ya da olmayan farklı kaynaklardan tutarsız, spekülatif, daha çok yorum ve tahmine dayalı paylaşımlar sosyal medyada yayıldı. Dezenformasyona uygun bir zemin meydana geldi. Sosyal medyada geleneksel medyadaki eşik bekçiliği mekanizmasının olmaması da paylaşımların hızla yayılmasına yol açtı. İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre X platformunda bu konu ile ilgili 15 farklı etiket kullanılarak 4 milyondan fazla tweet atıldı. Bu paylaşımların yüzde 38’i (498 bin 713 hesap) ise bot hesaplardan yapılmıştı ve içeriklerin yüzde 76’sı olumsuz mesaj iletiyordu.

Yasak yerine soruşturmayı yürüten jandarma ve başsavcılık basın ile işbirliği içinde olup kendini tek resmi haber kaynağı olarak konumlandırmalıydı. İddialar ve kesinleşmiş bilgiler basın ile paylaşılarak daha etkili olunması mümkündü. Yayın yasaklarının iletişim açısından zararı oldukça net: kamuoyunun yanıltılması, yanlış bilginin yayılması riskini daha da arttırıyor. Bilgi boşluğunun söylentilerle ve yanlış bilgi ile doldurulması ise toplumu kutuplaştırma, nefret söylemini körükleme gibi etkilere yol açıyor.

Bu tür olaylar, hem haberi veren hem de haberi takip eden kitlenin, medyanın sınırlarını ve doğru bilginin önemini kavraması gerektiğini göstermiyor mu?

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İlknur Doğu Öztürk Arşivi