Enflasyon 59 aydır artıyor

İTO tarafından açıklanan verilere göre İstanbul’un enflasyonu aylık bazda yüzde 3,59, yıllık bazda ise yüzde 82,2 artış gösterdi. En büyük artış kültür ve eğitim harcamalarında yaşanırken enflasyon serisi 59 ayı gördü. İstanbul’da yaşamanın maliyeti mayıs ayında da hız kesmeden artış gösterdi. İstanbul Ticaret Odası (İTO) İstanbul'un mayıs ayına dair enflasyon verilerini açıkladı.

Mayıs ayında perakende fiyatlarda bir önceki aya göre yüzde 3,59 oranında artış yaşanırken bir önceki yıla göre ise yüzde 82,20 yükseliş kaydedildi. Böylece İstanbul’un enflasyonun serisi 59 ayı buldu.

İTO’nun İstanbul'un mayıs ayına dair enflasyon verilerine göre mayıs ayında perakende fiyat hareketlerinin göstergesi olan İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksi bir önceki aya göre yüzde 3,59, toptan fiyat hareketlerini yansıtan Toptan Eşya Fiyatları indeksi ise yüzde 2,59 oranında arttı.
2023 Mayıs ayına göre 2024 Mayıs ayında yaşanan fiyat değişimlerini gösteren bir önceki yılın aynı ayına göre değişim oranı İTO’nun 1995 bazlı Ücretliler Geçinme İndeksinde yüzde 82,20, Toptan Eşya Fiyatları İndeksinde ise yüzde 61,21 olarak gerçekleşti.

2024 Mayıs’ta perakende fiyatlarda bir önceki aya göre kültür, eğitim ve eğlence harcamalarında yüzde 7,86, konut harcamalarında yüzde 7,07, giyim harcamalarında yüzde 6,76, ev eşyası harcamalarında yüzde 3,48, gıda harcamalarında yüzde 2,35, diğer harcamalarda ise yüzde 1,36 artış yaşandı. Aynı dönemde sağlık ve kişisel bakım harcamalarında yüzde 0,13, ulaştırma ve haberleşme harcamalarında yüzde 0,45 azalış oldu. 2024 Mayıs ayında toptan fiyatlarda bir önceki aya göre işlenmemiş maddeler grubunda yüzde 8,31, madenler grubunda yüzde 5,13, inşaat malzemeleri grubunda yüzde 4,28, gıda maddeleri grubunda yüzde 1,41 ile yakacak ve enerji maddeleri grubunda yüzde 0,09 artış kaydedildi. Kimyevi maddeler grubunda yüzde 7,40 oranında azalış oldu. Mensucat grubunda ise herhangi bir değişim izlenmedi.

Yüzde 75 olması bekleniyor

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) mayıs ayı enflasyon rakamlarını yarın açıklayacak. AA Finans'ın gerçekleştirdiği ankete katılan ekonomistlerin mayıs ayı için enflasyon beklentilerinin ortalaması yüzde 3,04 olarak belirlendi. Ekonomistlerin tahminlerine göre, bir önceki ay yüzde 69,80 olan yıllık enflasyonun mayıs ayında yüzde 74,89'a çıkması bekleniyor.
Mayıs’ta gıda enflasyonu artmaya devam etti

Türkiye Ziraat Odaları Birliği (TZOB) de mayıs ayının zam şampiyonunu açıkladı. Genel Başkanı Şemsi Bayraktar’ın yaptığı açıklamaya göre zam şampiyonu havuç oldu. Bayraktar “Markette fiyatı en fazla artan ürün yüzde 34,7 ile havuç oldu. Havuçtaki fiyat artışını yüzde 16,6 ile limon, yüzde 16,3 ile patlıcan, yüzde 15 ile yumurta ve yüzde 13 ile Antep fıstığı takip etti. Markette fiyatı en fazla azalan ürün ise yüzde 21,6 ile kuru soğan oldu. Bunu yüzde 15,5 ile tavuk eti, yüzde 12,7 ile sivri biber, yüzde 9,7 ile domates ve yüzde 9,2 ile yeşil soğan izledi" dedi. Bayraktar mayıs ayında üretici ve market arasında en fazla fiyat farkının ise yüzde 293,9 ile kuru incirde görüldüğünü belirtti. Mazot fiyatlarının yıllık bazda yüzde 109 artışla fiyatı en fazla yükselen tarımsal girdi olduğuna işaret eden Bayraktar, TÜİK’in tahmini verilerinde hububat üretiminin azalacağı tahminine dikkat çekti.

Adana Kabzımallar Odası Başkanı Mahsun Doğan ise kapya biberin fiyatıyla ilgili açıklama yaptı. Doğan, “Adana’da tarlada kilosu 15-20, meyve sebze halinde ise 20-30 liraya satılan kapya biberin marketteki fiyatı 65-80 liraya kadar çıktı. Raf ile hal arasındaki fahiş fiyat farkın hem üreticiyi hem de tüketiciyi zor duruma düşürüyor” dedi.

Şimşek’in Programı: Yoksulluk

Cumhur ittifakından çıkan çatlak seslere rağmen Mehmet Şimşek öncülüğünde uygulanan “kemer sıkma” programına cumhurbaşkanı Erdoğan’ın desteği sürüyor. Son IMF-Dünya Bankası bahar toplantısında Şimşek’in IMF’nin de onayını aldığı anlaşılıyor. Bir ülkede; IMF ve Dünya Bankası’nın böyle melek gibi sunulmasının, ortodoks kemer sıkma reçetelerinin bu denli övülmesinin, her faiz artışının alkışlarla karşılanmasının, asgari ücretin neden artırılmaması gerektiği ezberini tekrarlamanın iktisat ilmine vâkıf olmanın kanıtı sayılmasının başka örneği var mıdır bilemiyorum!

Uygulanan programı değerlendirmeden isterseniz, Mehmet Şimşek’in oyun planını kısaca analiz etmeye çalışalım. Baştan beri vurguladığı gibi birinci öncelik, yabancı dövizlerini ülkeye çekmek.
Körfez monarşilerinden propagandası yapılan büyük fonlar gelmediğine göre, bunun yolu faizleri yükselterek lira yatırımlarının cazibesini artırmaktan geçiyor. Böylelikle döviz rezervlerinin takviye edilmesi sağlanacak, liranın reel değer kaybının önlenmesiyle enflasyon düşürülebilecek. Tabii ki Şimşek yüksek faiz ve sıkı para politikasıyla ekonominin hızla soğuyacağını, mal ve hizmetlere talebin aniden düşeceğini biliyor.

Enflasyonda sinsi plan

Bu nedenle işveren örgütleriyle diyaloglarında sürekli dış âleme yönelmelerini, ihracata öncelik vermelerini öğütlüyor. Bu noktada liranın reel anlamda değer kazandığı bir süreçte ihracatçıların rekabet gücü kaybolmaz mı diye düşünülebilir. Şimşek’e göre bu sorun asgari ücreti temmuzda sabit tutarak, yani ucuz işgücü maliyetiyle ihracata destek sağlayarak giderilebilir. Temmuz döneminde haliyle emeklilere ve kamu çalışanlarına 6 aylık enflasyona paralel zam yapılacak. Bu konuda da sinsi bir plan söz konusu: Birincisi, elektrik, doğalgaz ve diğer kamu zamlarını erteleyerek, 2024’ün ilk yarısı enflasyonunu görece düşük çıkartıp, maaş artışının hemen ertesinde faturaları şişirmeyi düşünüyorlar. İkincisi, 2023’teki Temmuz %9,49, Ağustos %9,09 enflasyonun devreden çıkacağı aylara zamları yedirmek daha akılcı. Böylelikle mayıs sonu enflasyonun %80’e dayanması da önlenmiş olacak.

Peki şu anda kemer sıkma programının neresindeyiz? 25 Nisan’da politika faizinin %50’de tutulduğu Merkez Bankası toplantısının karar metni tabloyu açıkça ortaya koydu. Birincisi, enflasyon mücadelesinde işler yolunda gitmiyor. Özellikle lokanta-kafe fiyatlarıyla gündeme gelen hizmetler sektöründe yüksek enflasyon sürüyor. Tüketim deseni gıdada %70,4, kirada %124, ulaşımda %94,4 artışla üç temel kaleme sıkışan dar gelirlilerin enflasyonu, TÜİK’in manşet %68,5 oranının hayli üzerinde seyrediyor.

İkincisi, enflasyonun düşmemesi daha keskin bir sıkılaştırmayı talep ediyor. Bu da ekonomide şok bir soğuma tehlikesi yaratıyor. Merkez Bankası aslında bankaları faiz koridoru yoluyla %53’ten fonluyor. Brüt döviz rezervlerinin düşük görünmesi pahasına swap yolu borçlanmayı azaltıyor, böylelikle piyasaya daha az likidite sağlıyor. Bu sayede mevduat faizlerinin artmasını bekliyor. Gerek bireysel gerekse de ticari kredilere uygulanan %2 kredi genişleme tavanı da devreye girince, ihtiyaç kredisi faizleri %80’in, ticari kredi faizleri de %70’in üzerine sıçrıyor.

Üçüncüsü, öncelikle bireysel krediler 3 trilyon lirayı aştı. Toplam bakiyeden önemlisi, 2023 seçimleri öncesi ucuz krediden yararlanan tuzu kuru kesimler büyük ölçüde bu alanı dar gelirlilere terk etti. İhtiyaç kredisine erişemeyenler kredi kartına yükleniyor. Bireysel kredi kartı borç bakiyesi 1,4 trilyon lirayı geçerken, aylık %4,5 vade farkı da aslında önemli bir faiz maliyetine işaret ediyor. Hele bir de enflasyon, öngörüldüğü gibi düşerse bu borçların reel yükleri artar, ana para ve faizler şirketler ve bireyler için iyice ödenemez hale gelir.

Emekçiler itiraz etmeli

Türkiye ekonomisinde gelir ve servet dağılımının giderek bozulduğunu herkes kabul ediyor. Zaten resmî istatistikler de bunu ortaya koyuyor. Mevduata yüksek faiz ödeyerek talebi yavaşlatmaya dayalı bir politika, rantiye kesimlere borçluların sırtından servet aktarılması sonucunu doğurur. Zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapar. Dar gelirli kesimler faiz yüksek olsa da yine de tasarruf edemezler, olsa olsa tüketimlerini kısmak, daha az et, peynir, sebze, meyve almak zorunda kalırlar. Özelde asgari ücretlilerin, genelde emeğiyle geçinenlerin ve emeklilerin hız kesmeyen enflasyonla her geçen ay satın alma güçleri zayıflıyor. Eğer temmuz ayında asgari ücret artırılmazsa hem geçim sıkıntıları artacak hem de borçlanma gereksinimleri daha da belirginleşecek. Borçlanma maliyetlerinin yükselmesi iyice bellerini bükecek. Hem düşen talep hem de ağırlaşan borç yükü kaynaklı olarak birçok küçük şirket kapanacak. Kepenk indiren veya üretimini kısan firmalar nedeniyle işsizlik artacak, istihdamını koruyanlar da geçmiş krizlerde olduğu gibi eksik ve geç ödenen ücretler sonucu hak kayıplarına uğrayacak. Elbet bu karamsar tablo, emek kesimlerinin sessiz ve itirazsız bu kaderi kabul etmeleri anlamına gelmez. Aksine, işçi direnişleri yaygınlaşabilir, zaten aktif durumda hak arayan emekliler hareketinin yanına, işsizler inisiyatifleri ve borçlu örgütlenmeleri de eklenebilir. 31 Mart 2024 yerel seçimlerinin verdiği cesaret ve umutla toplumsal muhalefet yükselebilir.

Mücadele ekseni

Hayatları boyunca prim ödemiş, artıkdeğer üretmiş ve insanca bir emekliği hak etmiş olanlar, ancak hak arama mücadelesi verebilirler. Emeklilerin olumsuz yaşam koşullarına ilişkin haberler medyada eksik olmuyor. Gerçi bunun haberleştirilmesine gerek duyulmuyor, geniş kitleler bunu bizzat yaşıyor. En alttakiler daha fazla sefalete sürüklenirken, kendilerini alt-orta ve orta gelir düzeylerinde görenlerse yoksullaştıklarını günbegün daha fazla hissediyorlar. Emekli aylıklarının reel olarak gerilemesi çeşitli ölçütler bakımından karşılaştırmalı olarak ele alınıyor. En anlamlı karşılaştırma, en düşük emekli aylığı ile asgari ücret düzeyi arasında yapılmakta olanı. 2010 yılından başlatıldığında bile, en düşük emekli aylığının asgari ücretin 1,16 katından 2024’e gelindiğinde 0,59’una gerilediği görülmekte. En düşük emekli maaşının daha iyi değer koruduğu düşünülen altına ve dövize kıyasla karşılaştırılması da gene devasa bir aşınma sürecine işaret etmekte. Göreli fiyat yapıları bakımından çeşitli gıda sepetlerine kıyasla veya kira ve konut fiyatlarına kıyasla yapılan karşılaştırmalar da benzer eğilimlere işaret etmekte.

Kuşkusuz yönetici sınıfların bunun farkında olmadığı veya bu politikaların esasen kasıtlı olarak uygulanmadığı söylenemez. Sistem, çalışan yoksulluğu yanında çok derin bir emekli yoksulluğunu de bile isteye yaratıyor ve yaratmaya devam edecek.

Kötüleşen koşullara uyum

Emeklilerin en temel uyum stratejisi, emeklilik hakkını kazandıktan sonra da işgücü piyasası içinde kalmak oluyor. Ancak bu, emekli açısından tam bir telafi düzeneği yaratamıyor. Şu nedenlerle:

  • Emeklilik aylığındaki reel aşınma bilerek telafi edilmediği için, bir süre sonra emekli aylığı + emeklilik sonrası ulaşılan ücret toplamı (ki bundan kayıt-içi çalışan emeklinin ödediği destekleme primi düşülmelidir), emekli olmadan önceki gelir düzeyinin altında kalabiliyor. Böylece, hak kazandığı emeklilik hakkından feragat ederek çalışma yaşamına dönen emekli, bu özverisinin karşılığını alamamış oluyor. Üstelik, kayıt-dışı çalışanlar çoğunluğu oluşturuyor ve daha fazla sömürüye maruz kalıyor. Her üç emekliden birinin çalıştığı, EYT’den yararlananlarınsa yüzde 48’inin çalışmaya devam ettiği Türkiye’de emekli sömürüsü yaygın bir toplumsal meseledir.
  • Emeklinin çalışmadığı, çalışamadığı (çeşitli sağlık nedenleri, engelli olma durumu) veya iş bulamadığı durumlarda, aile boyutunda geliştirilen bir strateji de daha önce işgücü piyasasına dahil olmayan aile üyelerinin, kadın, genç ve çocukların çalışmaya zorlanmasıdır. Bunlar, asgari iş güvenliği bile sağlanmamış koşullarda, aşırı sömürüye daha yatkın bir biçimde kayıt-dışı ve geçici işlerde çalışmaya razı olmaktadır. Ailede ücretli olmayan faaliyet artışlarını da kapsamak gerekir: Ev-içi üretimlerin (hediyelik eşyalar, takılar) artışı, üretici pazarlarına doğal veya işlenmiş tarımsal ürünlerin sunulması vb.
  • Devletin çeşitli şekillerde sunduğu sosyal yardımlara hak kazanma yolları aile ölçeğinde daha fazla zorlanabilmektedir.
  • Aile bütçesi yeniden düzenleniyor, temel ihtiyaçlar dışındaki harcamalar ayıklanıyor. Temel ihtiyaçların başındaki gıda ürünlerinde de talep alt vasıflı ürünlere, tanınmamış markalara, görece ucuz market zincirlerine kaydırılıyor (En kötü durumdakiler, semt pazarlarının kapanış saatlerini gözlüyor hatta atık ürünleri toplayabiliyor).
  • Eğer hâlâ kaldıysa önceki tasarruflar, kötü günlerin sigortası olarak ayrılmış ihtiyat akçeleri (takılar, kefen paraları vs) elden çıkarılarak zor günler atlatılmaya çalışılıyor. Buna, köyde kalmış çiftin çubuğun, hisseli taşınmazların/mirasların elden çıkarılması eklenebiliyor, böylece servet eriterek gelir yetersizliğine geçici çözüm aranıyor (Belirtilmelidir ki, Şimşek-Erdoğan ikilisi tam olarak bu tür geleneksel servet unsurlarının çözülmesi için ellerini ovuşturuyor. Hem hane-halkı tepkilerinin yumuşatılabilmesi hem de âtıl altın stokların ekonomiye kazandırılması bakımlarından).

kutu1.jpg


Emekliler zorda

Emekli aylıklarındaki reel kayıpların hem mevcut enflasyon hem de yürürlükteki dezenflasyon programı altında telafisi bulunmamaktadır. Satın alma gücü kayıpları, emekliye enflasyon farkları verilerek telafi edilemez. Çünkü enflasyonun gerisinden koşmaya ayarlanmış emekli maaş artışlarıyla enflasyonun tahribatı giderilemez. Plan/program belgelerinde “gelirler yönetimi” denilen şey de tam olarak budur. Şöyle basitleştirelim: Kök aylığı 10 bin TL olan işçi ve Bağ-Kur emeklileri, yılın ilk yarısında yüzde 25’lik bir birikimli enflasyon varsayımında, temmuzda 12.500 TL alacaklar. Bu, aslında ocaktaki 10.000 TL’nin satın alma düzeyine yeniden ulaşmaktan ibarettir. Peki ama şubat-haziran döneminde satın alma gücünün ay ay gerilemesinin telafisi ne olacak? Aynı şekilde, Temmuz’daki 12.500 TL’nin aralık sonuna kadar aşınması ne olacak? Bu böyle devam eder gider. Bir de tabii, kök aylıkları 8.000 TL’nin altında olanlar vardır; onlar 10.000 TL’lik taban aylığına demir atmaya devam ederler, nominal bir artışı dahi göremezler.

kutu2.jpg

Emeklilerin talepleri

Emekli örgütlerinin talepleri daha çok güncel sorunları aşmaya yönelik geçici çözümler etrafında yoğunlaşıyor: –Emekli taban aylığının asgari ücrete bağlanması (Asgari ücretin düzeyi ayrı bir meseledir; yoksulluk eşiğinin yarısını isterseniz bugün için 31.000 TL’ye çıkar! Her durumda emekliler, asgari emekli maaşının asgari ücrete endekslenmesinin asgari koruyucu bir düzenek olabileceğini düşünüyorlar); –Kök aylıkların da bu düzeye yükseltilmesiyle kök-taban ücret farklarının düşük aylık kategorilerinde sıfırlanması (ancak bu da başka eşitsizlikler yaratır); –Enflasyon farklarının yüksek enflasyon koşullarında yılda dört kez maaşlara yansıtılması; –Memur emeklilerinin TİS kaynaklı artışlarının enflasyon farkından düşülmesine son verilmesi (Bu pek dile getirilmiyor ama sırf bu nedenle memurlar ve emeklilerinin alacağı Temmuz zammı yüzde 20’de kalabilecek)!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Oktay Apaydın Arşivi