Barışa hasret kaldık

Tüm dünya 1 Eylül Dünya Barış Gününü kutlarken biz de Narin’i aramaya devam ediyoruz.
Diyarbakır’da bir kuran kursu çıkışında kaybolan Narin kızımızdan on gündür haber yok. Yayın yasağı getirildiği için üzerinde yorum yapma şansımız da yok.

Ancak gün geçmiyor ki ülkemizin farklı bir yerinden şiddet, taciz, tecavüz haberleri gelmesin.
İktidarın uyguladığı tek adam yönetiminin sonucu olarak saraya endeksli yargı ve bürokrasi neredeyse barışa düşman bir tavır içerisindeler.

Sosyal medyanın yasaklanmasına ilişkin bir sokak röportajında yaptığı eleştiriler nedeniyle anlamsız biçimde tutuklanan Dilruba yine anlamsız biçimde tahliye edildi.
20 gün özgürlüğünden yoksun bırakılan Dilruba yine ilginç bir şekilde avukatına ya da ailesine bile haber verilmeden gece yarısı eline eşyalarının bulunduğu bir siyah poşetle cezaevi kapısının önüne bırakıldı.

Bir başka ilginç haber Gezi mağduru tutuklu sanık Tayfun Kahraman’la ilgili.

Bilindiği üzere Osman Kavala ile ilişkilendirilerek 18 yıl hapis cezasına çarptırılan Şehir Plancısı Tayfun Kahraman’a” rutin doktor kontrolüne götürülürken kelepçe eziyeti” başlığıyla çıkan haberde eşi Meriç Kahraman şu iddialarda bulundu.

“Gezi davası hükümlüsü Tayfun Kahraman’ın MS hastalığı nedeniyle rutin doktor kontrolüne götürülürken 6,5 saat boyunca bileklerinin yaralanacak şekilde kelepçesinin sıkıldığı ortaya çıktı.”

Eşinin saatlerce bileklerindeki kan akışını durduracak şekilde kelepçesinin sıkıldığını aktaran Meriç Demir Kahraman “Eşim zarar gördüğünü söylediğinde inadına kelepçesini daha da sıkarak eziyet etmelerini ve bileklerinin yara içinde kalmasına yol açtıklarından haberiniz var mı?” diye sordu.

“Yasa ve mevzuat gereği, doktor muayenesinde kolluk güçlerinin bulunması yasak olduğu halde, doktorun ve Tayfun Kahraman’ın hukuku hatırlatıp çıkmalarını istemelerine rağmen muayenehaneden çıkmamalarını talimat alarak mı yaptılar?

Yasaları tanımayan bu kişiler, gücünü kimden alıyor? Bu şahıslar; haksız muamele ve eziyet karşısında tutanak tutulmasını isteyen eşimi tehdit etme cüretini nereden buluyorlar? Toplumun bütün kesimlerinden Tayfun’un masumiyetine ilişkin açıklamalar gelirken böyle bir muameleyi, kime ve ne mesaj olarak anlamalıyız?

Özgürlüğümüzü elimizden aldınız, hukuku çiğnediniz. Ama haysiyetimize dokundurmayız.”

Bu haberleri okuyunca 12 Eylül günlerini hatırladım yeniden.

Basından ve kamuoyundan gizlemek için savcılık ifadesine tatil günleri ya da mesai saatleri dışında götürüyorlardı.

Beni savcılığa götürdüklerinde ayağımdaki işkenceden kaynaklı yaralar yüzünden terlikle gitmiştim. İfadeye başlamadan önce savcıya ayağımı göstererek tutanağa geçirilmesini istediğimde “bizi ilgilendirmez, bunu olaylara karışmadan önce düşünecektin!” dedi.

O zamanda savcı ve hakimler talimatla iş yapıyorlardı ama yine de içlerinde vicdan sahibi olanlar vardı.

Sorgu hakimliğine çıktığımızda mahkeme heyeti başkanı Kıdemli Hakim Albay; kimlik tespitleri bittikten sonra kararını açıklarken hiç unutmam şöyle söylemişti.” Dosya münderecatı incelendiğinde hiçbirinizin tutuklanmasını gerektirecek bir durum yok ancak sıkıyönetim komutanlığının emri sizi tutuklamak zorundayım.”

En azından gerçeği söyleyebilme dürüstlüğünü göstermişti.

Şimdi onu da yapamadıkları için gerçeği gizlemek ya da yapılan haksız-hukuksuz uygulamaların üstünü örtmek için akla zarar gülünç açıklamalar yapıyorlar.

Onlar için aile bütünlüğü, insan sağlığı ve onurunun hiçbir anlamı yok.

Ailesi Diyarbakır’da ikamet eden Selahattin Demirtaş’ın binlerce kilometre ötede Edirne Cezaevinde tutulmasının mantıklı ya da hukuki bir izahı var mı?

Demirtaş, Kavala ve diğer siyasi tutukluların, gezi sanıklarının yargılanmasındaki hukuksuzluklardan söz etmiyorum.

En basit insani, vicdani tutum ve davranışları bile bu insanlara çok gören bir yönetim anlayışınadır benim itirazım.

Uyuşturucu baronları bir gece ansızın tahliye edilirken, bu alanda yapılan hukuk dışı uygulamaları bürokratik ihmal ve kasıtlı uygulamaları yazan Murat Ağırel’in kitabını toplatmaya, yasaklamaya kalkan zihniyetedir karşı duruşum.

12 Martı gördük, 12 Eylülü yaşadık, bu arada bir dolu darbe girişimi ya da anayasaya yönelik tehdit ve saldırıları iliklerimize kadar hissetmiş insanlar olarak şimdi birileri çıkıp aklımızla alay ediyor.

Toplumu duyarsızlaştırmak, örgütlenmesini engellemek için sosyal, ekonomik ve kültürel alanda yapılan algı operasyonları bir yana doğrudan uygulanan baskı, engelleme ve tacizlere inat halk artık farklı biçimlerde tepki vermeye başladı.

Tayfun Kahraman’ın kızı Vera’ya, Cumartesi ve Diyarbakır annelerine, Başak Demirtaş’a, Ayşe Kavala’ya ,Roboski’de öldürülen çocuk yaştaki köylülerin ailelerine, Madımak’ta yakılan devrimcilerin yakınlarına vefa borcumuz var.

Bu tek adam yönetiminin gerçekleştirdiği hukuksuz uygulamaların, açlık sınırında yaşamak zorunda bırakılan memurun, işçinin, emeklinin, çiftçinin çektiği zulmün bir hesabı olacaktır mutlaka.
Bu hesaptan korkan, gençlerin hayallerini, çocuklarımızın geleceğini, koylarımızı, ormanlarımızı, topraklarımızı çalanlar sürekli gündem değiştirme telaşındalar.

Bizi korkularımızla yönetmek isteyenler kaos ve kavgadan besleniyorlar.

Savaş baltalarının çıkarıldığı, küresel bir savaşın eşiğinde kutlayacağımız Uluslararası Dünya Barış Gününde tarihe not düşme adına da olsa yüzleşmek zorunda olduğumuz bu gerçekleri bir kez daha hatırlatmak istedim.

Barış içinde, yaşanası bir dünya özlemiyle….

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ayhan Ongun Arşivi