Hasan Baki Çiftçi

Hasan Baki Çiftçi

Çatalca Polonez işçi direnişi ve gördüklerim...

Ülke genelinde yaşanan ve giderek derinleşen ekonomik, sosyal, siyasal kriz sosyal sınıflar arası etkileri eskiden beri çok derindi. Şimdi bütün toplum üzerindeki ölü toprağından çıkmaya hazırlandığına dair önemli gelişmeler var. Zenginin daha zengin, yoksulun daha yoksul, hatta orta sınıfları da içine alan yoksullaşma, emekçilerin doğal tepkilerini artırıyor.

Büyük köylü muhalefeti ki; uzun zamandır çiftçi protestoları bu ölçüde tepkilere yol açmamıştı. Yoksul topraksızların ya da az topraklı çiftçilerin yok sayıldığı iktidarın tarım politikalarından sonra “traktörlü çiftçilerin “ülkenin her yerinde sokağa çıkmaları, yol kesip tepki göstermeleri krizin boyutunu göstermesi acısından önemli.

Daha önceki emekli hareketlerine, şimdilerde işçi direnişlerinin yaygınlaşarak artış göstermeye başlaması, sosyal mücadelelerden yeni bir durumun işaretlerini veriyor. Yıllar boyu açlık ve kölelik ücretlerine mahkûm edilmiş işçi sınıfı üzerindeki işten atılma, işsiz ve sosyal güvencesiz kalma, baskı ve şiddete uğrama, soruşturmalar ve devlet şiddeti, fişlenme korkusu gibi prangaların zincirlerinin kırılmaya yönelik direnişler görüyoruz.

Bu girişten sonra bölgemizde iki ayı geçen Çatalca Polonez işçilerinin direnişini selamlamak isterim. Sağlık sorunlarım nedeniyle uzaktan ama her gelişmeyi yakından yüreğimle yanlarında olduğum özellikle kadın işçilerinin direnişi giderek yerel bir hak arama olmaktan çıkıp, ülke kamuoyunda gündem olması tüm hak talep edenlerin ortaklaştığı bir direnişe dönüşmüştür.

Bu direnişi tetikleyen şeyin işçilerin olmadığını herkes biliyor. Peki bu direnişin sorumluları kimler sorusunu sormalıyız. Birincisi; Siyasal iktidarın ekonomik ve siyasi politikalarına paralel olarak işçilerin bir sendikaya üye olma anayasal hakkını tanımayan, hukuksuzca işçileri işten atan Polonez fabrikası patronu,

İkincisi; Polisin tarafsız ve işçilerin demokratik anayasal toplanma ve gösteri, örgütlenme ve düşünceyi açıklama özgürlüğünün korunması beklenirken, devlet şiddetini bir avuç işçinin üzerinde kullanması,

Üçüncüsü; Diyanete bağlı Çatalca Müftülüğü müdür yardımcısı bir bürokratın hiç görevi değilken işçilerin haklı taleplerini itibarsızlaştırma girişimi.

Çatalca Polonez işçilerinin sendika üyeliği hakkını kazanmak ve işlerine geri dönmek için verdikleri mücadeleyi yukarıdaki üç başlıkta tarihsel, sosyal, siyasi ve ideolojik olarak değerlendirmek konunun arka plandaki esasını anlamamıza yardımcı olacaktır diye düşünüyorum.

1-Kapitalist ekonomik baskı ve sömürüyü, kapital (burjuva) demokrasisi sınırları içinde bir denge sağlanıyor “muş” gibi yaparak, sendikaya üye olma ve örgütlenme hakkı anayasal güvence altında olmasına rağmen, hem işverenlerin hem de devlet adına görev yapanların kamu güvenliği (siz onu sermayenin güvenliği anlayın) bahane edilerek işçi haklarını engelleyici davranışlarının arkasında çeşitli ekonomik, politik ve ideolojik nedenler vardır.

Ekonomik çıkarlar, işverenlerin otoritesini korumak istemesi ki, onlara göre esas olan sermayedir. Emek ne ola ki? Devletin, kapitalist ekonominin içinde sermaye den yana yer alması, neoliberal politikalarda ücret ve kar dengesini işverenden yana koruyan ideolojik ve politik tercih. İşçi hareketlerinin siyasal etkisinden korku, devleti yönetenlerin otoriterliği yönetim tarzı olarak uygulaması gibi nedenlerdir. Anayasanın her sosyal sınıfın bireylerine neden eşit uygulanmadığının en kısa nedeni budur bence.

Polonez patronlarına “neden anayasa suçu işliyorsun, sendika üyeliği haktır” diye sorulmuyor, yaptırım uygulanmıyor? Sorulmayacağını bilen işverenler mülk sahibi olma özel imtiyazlarla kendilerini kanunların, anayasanın, insan haklarının üzerinde görme cüretini gösteriyorlar. Güvenlik güçlerinin nerdeyse özel koruması gibi göreve çağıracağını bilirler. (İşçilerin anayasal hakkını tanımayan bir patronu güvenlik güçleri neden göz altı yapıp ifadesini almaz?) Eski bir tarihte bir yemek boykotunda fabrikaya asker sokulduğunu bile bilirim. İşveren adına “Süpürün bunları” diyecek görevliler her zaman vardı. Yaptıklarının suç olduğunu bile bile yaparlar ve cezasız kalacağını da.

2. Bir din görevlisinin bir avuç işçinin anayasal sendika üyeliği ve bu ekonomik krizde işini geri kazanma hak mücadelesine “bizi rahatsız ediyorsunuz, hak böyle aranmaz” tavrı hiç de es geçilecek bir konu değildir. “Pek ne öneriyorsunuz?” diye sorsalar! Şükredin, biat edin, itaat edin, işveren size iş ekmek veriyor nankörler” der her halde. Fıtratına uygun. Emek ve emekçi köleden başka nedir ki onun zihin dünyasında. İşçilik hayatımda bire bir karşılaştığım zamanlar oldu. Siyasi İslamcılar için sermaye ve mülk sahipleri “cömert, makbul, kul hakkı gözeten ve Allah korkusu olan!” insanlar olarak kabul görür ve milyonlarca insana istihdam yaratıkları iddiasıyla kutsanırlar. İşverenlere övgüler düzmekten mahir olduklarını bilmeyen var mıdır? İşçi haklarını savunanını hiç görmedim. İstisnalar geneli kurtarmıyor ne yazık ki!

Din ve din adamları, tarım ve fetihler ortaçağ feodal düzende ideolojik alt yapıyı; İktidar ve mülk sahiplerinin en gözde müttefikleri oldular. Güç ve iktidar karşısında kabul görmek ve güçlerini pekiştirmek amacıyla dinin sunduğu bütün araçlar ideolojik olarak feodal devletin emrindeydi. Endüstri devrimleriyle kapitalist üretim ilişkileri içinde iktidar ve ideolojik gücünü kaybeden dinler ve din adamları siyasal iktidarların ihtiyaçları oranında hala kendilerine alıcı bulabiliyorlar. Hala sanayi devrimlerini gerçekleştirmekten acze düşmüş ya da işbirlikçi iktidarların bağımlı ülke yöneticilerinin, siyasal İslam, siyasal Hristiyanlık, siyasal Yahudilik gibi kavramları etkin hale getirmekten hiç çekinmezler.

Bu bağlamda, din adamlarının işçilerin sendikal hak arayışlarını eleştirmesi, laiklik ve sosyal devlet ilkeleriyle çelişir. Demokratik bir hukuk devletinde, işçilerin sendikal hakları anayasal güvence altındadır ve din adamlarının bu haklara müdahalesi, sosyal devletin temel ilkelerine aykırıdır. Bu nedenle çağdaş demokrasilerde “laiklik” ilkesi emekçi kitleler açısından vazgeçilmezdir. Formun Üstü

3. Devletin silahlı güvenlik gücü aracılığıyla işçilere, demokratik hak arayışlarına yönelik baskı uygulaması, sosyal adaleti sağlamaktan ziyade mevcut güç dengelerini iktidar ve sermaye lehine korumaya çalıştığını gösterir. Sosyal adalet ilkesi, işçilerin hak arayışlarını desteklemeyi ve adil bir toplum düzeni kurmayı gerektirir. Ancak bu tür baskılar, devletin sosyal adaleti sağlanması yönündeki sorumluluğundan uzaklaştığını gösterir. Aslında gerçek şu ki devlet; bir sınıfın diğer bir sınıf üzerindeki sopasıdır, baskı aracıdır tarifine uygundur. Kapitalist devletler bir avuç sermayenin, emekçi çoğunluk üzerindeki baskı, sömürü, hak gaspı ve zulüm aracı olduğu bir avuç hak arayışında olan işçilere boca edilişinde bile açığa çıkmıştır.

İşçilerin sendikal üyelik ve hak arayışı, uluslararası insan hakları sözleşmeleri ve anayasal güvence altındaki hakları kapsamındadır. Polis müdürünün "süpürün bunları" diyerek şiddete başvurması, kol bacak ve kaburga kırması, hatta işçilerin çocuklarını dahi fişleme tehdidiyle korkutması insan haklarını ve onurlarını çiğnemek anlamına gelir. Bu tür olaylar, devletin işçilere karşı insan haklarına uygun olmayan bir şekilde davrandığını ve toplumun huzuru ve güvenliği ilkesinden uzaklaştığını gösterir. Bu en ufak hak arayışını siyasal iktidarın terörize etme politikalarından ayrı değildir. Otoriterlik uygulamalarının güvenlik güçleri eliyle uygulamaya sokulduğunun açık kanıtıdır.

Sonuç

Anayasasında laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti yazan bir ülkede, Çatalca Polonez patronu, müftülük görevlisi, ve devletin resmi güvenlik güçleri tam bir işbirliği içinde Anayasanın 51. Maddesi, 34. Maddesi, ve 24.madde ile Anayasanın “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin 3. fıkrasına göre: “Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz” emri fiilen çiğneyen çok ciddi bir durumdur. Demokratik bir toplumda bu tür ihlallerin olmaz, olamaz. Olursa bağımsız yargı tarafından soruşturulması ve sorumluların adalet önüne çıkarılması gereklidir.

Diğer yan Çatalca Belediye Başkanı'nın iyi niyetinden kuşkum olmasa da işçileri destekleyici dilinin altında “işçileri Çatalca meydanında kibarca istemediği, gidin direnişinizi fabrikanın önünde yapın” diyor. Oysa hak aramanın, haklı talebini demokratik yol ve yöntemlerle istedikleri yerde yapma hakları var, görünmez bir yerde seslerinin kısılmasına öyle ya da böyle sebep olmak demokratça bir tutum olmaz. Orada geçen herkes bu haklı talebi görmeli. Bu haksızlığa tanık olmalı. Bu gün işçilerin anayasal hakları yok sayılıyorsa, başka bir yerde başa gelince “meydana” çıkıp imdattt “anayasa ihlal ediliyor” diye bağırmak çifte standartlıktır. Kimseye inandırıcı gelmez. Oysa dünyanın her yerinde meydanlar bunun içindir.

Şimdi ülkenin huzur ve güvenliğini kim tehdit ediyor? Cevabı sizde.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Hasan Baki Çiftçi Arşivi