Tarihi kırılma mı?

Tarihi kırılma mı?

Şöyle başlayalım. Avrupa'nın siyasi haritası gözle görülür biçimde değişti: Hollanda'da aşırı sağcı Geert Wilders'in iyi niyetine dayanan bir hükümet kuruldu; Fransa'daki yeni hükümet de aynı şekilde Marine Le Pen'in ‘Rassemblement National'ına bağımlı; Almanya'da popülist, aşırı sağcı ‘Almanya için Alternatif’ birçok eyalet seçimlerinde önemli oranda oy aldı. Avusturya’da da keza aşırı sağcı popülist parti FPÖ seçimden birinci olarak çıktı.

Avrupa'da güç dengesi popülist, aşırı sağcı parti ailelerine doğru kayıyor. Buradaki temel soru, bu gelişmeler göz önüne alındığında, Avrupa'daki sağcı popülistlerin zeminini uzaklaştırmak için iltica kurallarını daha da nasıl sıkılaştırılması gerektiği. Populist, aşırı sağın oylarının artmasındaki temel nedenlerden biri de yasadışı/düzensiz göç. Yasadışı göç sorunu, Avrupa’nın korkulu rüyası olmaya devam ediyor.

Avrupa siyasetini takip edenler bilir. 2015/16 yıllarında yaşanan mülteci krizinden bu yana, Avrupa'da kimin sığınma veya koruma hakkına sahip olduğu veya kimin olmadığına dair bir ayrım yapılması gerektiği konuşuluyor. Bu arada ne oldu ? Geçen baharda AB, iltica sisteminde kısıtlayıcı bir reform yapmaya karar verdi: AB'nin dış sınırlarında iltica kontrolleri, hızlandırılmış prosedürler ve kalma ihtimali olmayan göçmenlerin geri dönüşü.

Her ne kadar AB, yıllar süren müzakerelerin ardından yeni bir sığınma anlaşması üzerinde anlaşmaya varsa da, konu şimdi yeniden gündemin üst sıralarında. Gelenlerin sayısı azalıyor ama aynı zamanda da Avrupa toprağını terk etmesi gereken ama bunu yapmayanlarla da ilgili. AB'ye girmeyi başaranlar çoğu zaman burada kalıyor sığınma başvurularının reddedilmesine rağmen. Bu kişilerin geldikleri ülkeler onları geri almayı reddediyor.

Devlet ve hükümet başkanlarının birkaç gün önce Brüksel’de üç saat boyunca düzensiz göçü konuştuğu biliniyor. Toplantıda rüzgarın hangi yönden estiği de biliniyor. Düzensiz göçten olabildiğince çabuk kurtulmak veya en iyisi onları Avrupa'nın tamamen dışında tutulmak isteniyor. Peki bu tam olarak ne anlama geliyor? Sert bir yaklaşımla, reddedilen sığınmacıların üçüncü ülkelere kaydırılması veya geri dönüşlere ilişkin daha katı kuralların konuşulduğu söyleniyor.

AB'nin giderek bir “Kale Avrupa” haline getirilmesi fikri yayılıyor. Örneğin İtalya, sığınma prosedürlerini Arnavutluk topraklarındaki kamplarda hızlı bir prosedürle ve AB dışında yürütmek istiyor. Yalnızca başvurusu kabul edilenlerin İtalya'ya seyahat etmesine izin verilecek; diğer tüm mülteciler en kısa sürede geldikleri ülkelere sınır dışı edilecek. Gerçi bu planın şimdiden çöküşün eşiğinde olduğunu unutmamak gerek. Roma'daki bir mahkeme, Arnavutluk'taki İtalyan kampındaki sığınmacıların derhal İtalya'ya getirilmesine karar verdi.

İtalyan hükümeti de Roma Mahkemesi’nin kararının bozulacağından emin gözüküyor ama caydırıcı nitelikte olduğu söylenen bu kampların akıbeti en azından şimdilik belirsiz. Öte yandan Avrupa’da İtalya'nın Arnavutluk modelini öven sesler giderek artıyor. Aralarında Hollanda, Danimarka, Polonya, Macaristan ve Yunanistan'ın da bulunduğu bir dizi ülke, İtalya tarzı üçüncü ülke düzenlemelerinde sakıncalı hiçbir şey bulmuyor.


‘Yenilikçi çözümler’ gibi terimler AB diplomasisinde yaygın hale geldi. Düzensiz göçe karşı alınması gereken ‘yeni yollardan’ söz ediliyor. Kasım 2015’teki zirvede dış sınırları daha iyi korumaya, sınır dışı işlemlerini hızlandırmaya karar verilmişti. Yaklaşık on yıl sonra buna AB dışında sığınma süreci eklendi. Bu, sığınma prosedürlerini üçüncü ülkelere devretmekle ilgili. Bu, sığınmacıların artık AB topraklarında sığınma başvurusu yapma şansının olmadığı anlamına mı geliyor ? AB'nin göç politikasında tarihi bir kırılma mı yaşanıyor acaba?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri