Gönüllerin şehri Konya

Bugün size, sloganı “Gönüllerin Şehri” olan Selçuklu Devleti’nin baş şehri Konya’dan ve gezilecek yerlerinden bahsedeceğim. Konya, Mevlana Celaleddin Rumi’nin yaşadığı yer olmasından dolayı, özellikle her yılın Aralık ayında yerli-yabancı bir çok konuğa ev sahipliği yapıyor

Konya’ya gelip de, Mevlana ve Şems-i Tebrizi’yi uzun uzun anlatmadan geçmek olmaz. O yüzden bu kısmı, daha sonra yazacağım ikinci bölüme bıraktım.  Devamında, Meram bağları ve burada en sevdiğim yerlerden biri olan Sille’yi de anlatacağım. Bu kadar turist ağırlayan bir şehirde,  gözlemlediğim bazı aksaklıklara da değinmek isterim. Özellikle Aralık ayında, Şeb-i Aruz  törenleri sebebiyle gelenlerin ziyaret etmek istediği yerler çok kalabalık oluyor. Mevlana Müzesini sindire sindire gezip fotoğraf çekmek, kalabalıktan dolayı güç. Yazıları okuyamıyorsunuz, yapıyı yeterince inceleyemiyorsunuz.



Tavsiyeler önemli
Benim önerim şu olabilirdi; İçeride anlatımcı olarak turizm okuyan gençlerden görevlendirilebilir, gelenler içeriye belli sayıda alınıp, belli bir süre içerisinde içeriden sakince ayrılmaları sağlanabilir. Giriş kısmına galoş konması yerinde bir hareket olmuş.Sema Gösterisi yapılan salonda koltuklar çok dar ve rahatsız. Ziyarete gelen bürokratlar, protokol misafirleri, maalesef konuşma sürelerini çok uzun tutuyor. Konuşmalar daha çok Mevlana’yı anmak, anlamak, onun hoşgörüsünden bahsetmek için yapılacağına daha çok siyasi konuşmalara dönüyor.  Bu sırada sıkılıp dışarı çıkan, sonra içeriye tekrar gelenler, geçiş yeri dar olan salonda ortamdaki huşuyu bozuyor. Şeb-i Aruz’un müdavim sanatçısı Ahmet Özhan bile müzik kısmına geçmeden, siyasi konuşma yapabiliyor. Sema sırasında açık olan telefonlar da  bence büyük sorun. Mevlana’yı anma etkinliklerine geçmiş yıllarda, yerli turistten çok yabancı turist gelirdi. Özellikle de Japon turistler... Gözlemlediğim kadarı ile bu sayıda azalmış.  Dilek ve istek bölümünü de geçtikten sonra,  Konya’yı gezmeye başlayabiliriz.



Mevlana Müzesi'ni mutlaka görün
Burası esasında bir Asitane imiş. Asitane farsçadan gelen bir kelime ve “eşik” anlamını taşıyor. Padişahların ve büyüklerin dergahı olarak tanımlanıyor. Zayiye; sığınılacak yer, Tekke ise; dayanılacak kapı demek olup, Asitane bütün bunların yönetim merkezidir. Bugün müze olarak kullanılan Mevlana Dergahının yeri, eskiden Selçuklu Sarayı’nın gül bahçesiymiş. 1926 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra, Asar-ı Atika Müzesi olarak hizmete girmiş. 1954 yılında da Mevlana Müzesi adını almış. Yeşil Kubbe(Kubbe-i Hadra) dört fil ayağı kalın sütun üzerine mimar Tebrizli Bedrettin tarafından yapılmış.  Burası aşıkların kabesi, eksik gelen tamamlanır... Molla Cami (Nureddin Abdurrahman Cami) İranlı islam alimi ve sufi şairlerinden biridir. Mevlana’yı 6 kez ziyarete gelmiş ve hiçbirinde içeriye girememiş. Yedinci kez  ziyarete geldiğinde başındaki sarığı alır içeriye doğru atar, “Burası aşıkların kabesidir, buraya eksik gelen tamamlanır” der. 



Dervişan kapısından içeri girin
Müze avlusuna Dervişan kapısından giriliyor. Avluda kapalı bir şadırvan, Şeb-i Aruz Havuzu, Selsebil adı verilen çeşme yer alıyor. Şadırvan, Yavuz Sultan Selim zamanında yaptırılmış ve Kütahya Mevlevihanesinden hediye edilmiş. Şeb-i Aruz havuzu orjinalliğini koruyamamış. İnsanlar burayı da dilek havuzu gibi kullanmaya çalışıp içerisine para atıyor. Selsebil, çoklu çeşme anlamına geliyor. Doğma, büyüme ve ölümü ifade ediyor. Hem şık hem de anlam itibarı ile güzel bir çeşmeydi. Kuşların buradan su içmesi de ayrı güzellik katıyor. Bahçenin sağ tarafında derviş hücreleri mevcut. Bir hücreye sahip olmak için 1001 günlük çile çekmek gerekiyor. Çile çekmeye gelip, burada eğitim almaya gelenlerin nasıl seçildiğine daha sonra değineceğim.

Odalarda yok yok
Odalar da; Matbah-ı Şerif(Mutfak), Sertarik odası, Türbedar Odası, Vakıflar Katibi isimli bölümler var. Seratarik odası; Sertarik, Çelebi efendinin muavini ve Konya mevlevihanesinin şeyhi yerindeki kıdemli dedeye verilen ünvan. Türbedar Odası; Bu oda da, Konya’da ki Mevlana türbesi ile Semahanenin bakımından sorumlu olan dedenin odası.

Milyon Taşı (Alem-i Medain-i Mevleviyye)
Mevlevihane şehirleri tablosu demek.  Bahçe içerisinde uzun direkler üzerinde kilometre ve yön levhaları var. Bunlara milyon taşı deniyor. Mevlana’dan sonra 12 ülkede 174 mevlevihane hizmet vermiş. Alem-i Medain-i Mevleviyye adı verilen bu yön levhaları ile Konya Asitanesine bağlı ülke ve şehirlerdeki mevlevihanelerin, Konya mevlevi dergahına olan mesafeleri hesaplanıyor.

Karatay Medresesi görülmeye değer
1251 yılında Celaleddin Karatay tarafından, hadis ve tesfir ilimleri okutulmak üzere, kapalı avlulu medrese olarak, sille taşından inşa ettirilmiş. Tek eyvanlı ve tek katlı bir yapı. Selçuklu çini işçiliğinde önemli bir yere sahip. Kubbeye geçiş kısmında bulunan üçgende Muhammed, İsa, Musa ve Davut peygamberlerin adı ile, 4 halife Ebubekir, Ömer, Osman ve Ali’nin isimleri yazılı. Burası da 1955 yılında Çini Eserleri Müzesi olarak hizmete açılmış. Ortada kare bir havuz mevcut. Yukarıya kubbeye doğru bakınca, ortada kubbe feneri denilen aydınlık bir alan görülüyor. Işık, havuzun tam ortasına geliyor. Kullanıldığı dönemlerde, bu hem serinlik hem aydınlık sağlıyor. Bunun yanısıra, yaz akşamlarında gökyüzünün suya aksetmesi ile talebeler astroloji çalışması yapıyor. İçinde su sesi olan odada konuşulan hiç bir şeyin dışardan duyulmaması da bir nevi izalasyon sağlıyor.



İnce Minareli Medrese
Selçuklu İlçesinde bulunuyor. 1956 yılında Taş ve Ahşap eserler müzesi olarak hizmete açılan medrese, Selçuklu Sultanı 2.İzeddin Keykavus devrinde, Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından hadis ilmi öğretilmek üzere, 1264 yılında inşa edilmiş. Taç kapısı Selçuklu Devri taş işçiliğinin en güzel örnekleri arasında ve süslemeleri taş üzerine kabartma olarak yapılmış. Yapının ışığı, dikdörtgen pencereler ile kubbedeki fenerden sağlanmış. Ön cephesi kesme taşlardan, dış cephesi moloz taşlardan yapılmış. Kuzey tarafında bulunan mescidden  günümüze kalan sadece tuğla örülü mihrabı olmuş.

Müzede sergileniyor
İlk yapıldığında iki şerefeli olan minarenin birisi, 1901 yılında düşen yıldırımdan zarar görmüş. Minare turkuvaz renginde. Selçuklu sembolü çift başlı kartal ve kanatlı melek figürleri bu müzede sergileniyor. Kubbe kasnağında küfi yazı ile Ayet-el Kürsi yazıyor. Geçtiğimiz günlerde bu müze ile ilgili üzücü bir haber okudum. Karatay Üniversitesi öğretim görevlilerinden Prof.Dr.Haşim Kopuz, caddelerin seviyesinin yükselmesi ve asfalt çalışması gibi sebeplerden dolayı, bina temellerinin çukurda kalması nedeniyle,yapı temellerinin havasız kalarak çürümeye başladığını belirtmiş.  Umarım yetkililer konuyla alakalı çareler üretirler ve bu eserlerimizi uzun yıllar ayakta tutabiliriz



Şems-i Tebrizi Cami ve Türbesi
13. Yüzyılda yapıldığı söyleniyor. 1510 yılında Emir İshak Bey tarafından onarılmış ve genişletilmiş. Büyük bir parkın içinde bulunuyor. Türbe ve cami birbirine bitişik, üzeri kurşun bir çatı ile kaplı.. En çok ziyaret edilen yerlerden biri de bu cami ve türbe.

Koyunoğlu Müzesi
Bence Konya’ya gelenlerin mutlaka görmesi gereken bir yer. Müzeye adını veren Ahmet Rasim İzzet, Konya’da müze faaliyetlerini başlatan kişi. 13 yaşından itibaren bulduğu bütün eserleri toplamış. Ziraat mektebini bitirdikten sonra, Almanya’ya eğitim için gitmiş. Devlet Demir yollarında çalışırken Anadolu’yu gezmiş ve bir çok eser toplamış. İçeride çok güzel eserler var. Buradan çabucak çıkamayacaksınız, zamanın nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. Sikkeler, fermanlar, buhurdanlar, siyah-beyaz çok eski fotoğraflar, fotoğraf makineleri ve buna bağlı ekipmanlar; Cam negatifler, kesme makinası, baskı-banyo ilaçları vs... Fermanlar nasıl güzel görmelisiniz.  İlgimi çeken bir de  Meşk Mecmuası oldu. Günümüze uyarlayıp düşündüğümde yazan tanıma uyduramadım. Şöyle yazıyor anlamı; “Hocanın verdiği yazılı ve sözlü ders veya buna baka baka onun gibi yapmaya çalışarak yazılan karalama veya hocaya gösterilmek üzere hazırlanan ders.”



Tuz hikayesini okuyun
Bu arada tuz ile ilgili bir anekdot dinledim, onu anlatayım size; Tuz çıkarmak malum zor iş. Eski dönemlerde bir bey evinin geçimini tuzculuktan sağlıyormuş. Eve getirdiği tuzları gören komşular ellerinde bir kase ile sürekli gelip tuz istiyorlarmış. En sonunda; “Hanım, bu böyle olmayacak. Sen de benimle gel, gör bak tuz nasıl zahmetli çıkartılıyor” demiş. Ertesi gün birlikte gidiyorlar. Çalışıp eve dönüyorlar. Komşular yine ellerinde bir kase, tuz istemek için kapıyı çalıyorlar. Kadın ; “Kendi getirdiğim tuzdan veremem, ancak kocamın getirdiğinden verebilirim” diyor.  Siz de gidip tuzları dilek için türbeye dökmeyin lütfen, olur mu?

Aşıkların yeri
İçeride kapı üzerindeki levhada “Burası aşıkların yeridir, buraya eksik gelen tamamlanır” yazar. Duvarda bulunan hatlar arasında, 2. Abdülhamit’in yapmış olduğu kırmızı zemin üzerine sarı yaldızla yapılmış bir hat’ta bulunuyor. Türbe salonuna girilen gümüş kapı, Sadrazam Sokullu Ahmet Paşa’nın oğlu Hasan Paşa tarafından, 1590 yılında tekkeye hediye edilmiş. Kilittaşında, şamanizmden gelen ve “doğdun, büyüdün” anlamına gelen, hayat ağacı motifi var. Türbe salonunda, Mevlana soyundan gelenlere ve Horosan erlerine ait 65 sanduka bulunuyor.

Yemekte yok yok
Konyada ne Yemek yiyelim, nesi meşhur derseniz eğer, etli ekmeği, Bamya Çorbası, Arabaşı Çorbası ve Sac arası tatlısı yöreye has lezzetler. Çorbalar nefis. Tatlı zahmetli, şık bir tatlı. İlk önce ateşe sac konuluyor, üstüne bir sac daha. 
Sonra iki sac arasında pişiriliyor. 

Şeyh Tavusbaba Cami ve Türbesi 
Meram Bağları Mevkinde bulunan ve çok ziyaret edilen yerlerden biri. Burası da maalesef bilinçsizce yapılan resterasyon sonucu, orjinalliğini kaybetmiş. Üst kat pencereleri modaya uyulup“pimapen”yapılmış.  Tavus Baba hakkında herhangi bir bilgi yok ancak bir efsane var. Efsaneye geline; Mevlana’yı görmek için zaman zaman uzaklardan çok gelenler olmuş. Rivayete göre bunlardan biri de kimliği bilinmeyen bir kadın. Meram’da bir kulübeye yerleşmiş. Mevlana, müritleri ile birlikte Meram’da yürüyüşe çıkarmış, oturur sohbet edermiş. Bu sıralarda kulağına kulübeden, 3 telli bir saz olan Rebap sesi gelirmiş ve huşu içinde dinlermiş. Bir gece ses kesilmiş, kulübeden rebap sesi gelmemiş. Bunun üzerine derhal gidip kulübeye bakılması emrini vermiş. Adamlar gitmişler ama kulübede bir yığın tavus kuşu tüyünden başka hiç birşey bulamamışlar. Bunun üzerine oraya bu türbe yaptırılmış. “Baba” denilmiş ama Rebap’ın genelde kadınların çaldığı bir enstrüman olmasından dolayı, yapılacak türbeye kadın adı vermeyeceklerinden, erkek olarak değiştirdikleri söyleniyor.  Yine burada da derdine derman arayanlar duvarlara çeşitli yazılar yazıp dilek diliyorlar. Evlenmek isteyenler, iş arayanlar, çocuğu olmayanlar dilekleri için buraya gelip tuz döküyor.
Meram Bağları, Mevlana ve Şems-i Tebrizi anlatmaya devam edeceğim. Sevgiyle kalın

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yaşam Haberleri