Cumhuriyet ile aynı yaşta bir CHP!

Bu sözler bana değil CHP konusunda uzmanlaşmış bir isim olan Hakkı Uyar'a ait.

“Cumhuriyet’in kurucu değerleri ile çağdaş sol değerlerin sentezine dayanan 101 yıllık gelişim süreci, bugün etnik ve mezhepsel kimlik, bölgecilik, Cumhuriyet’in kurucu değerlerini küçümseme, sağa açılma adına AK Parti’yi taklit etmeye yönelik adımlar nedeniyle tehlike altındadır..”

Bu sözler bana değil CHP konusunda uzmanlaşmış bir isim olan Hakkı Uyar'a ait. Neden böyle bir alıntı yaptım ve bu yazıyı sizlerin gözleri önüne serdim derseniz de; bayramın şu son gününde biraz geçmişte gitmekte fayda görüyorum. Geçmişi bilmeyen malum geleceği de bilemez. Özellikle geçtiğimiz hafta Erdoğan ve Özgür Özel görüşmesi sonrası CHP'nin bugün geleceği nokta herkes için çok önem teşkil ediyor.

Özgür Özel liderliğindeki CHP, 101 yıldan bugüne gelinceye değin çok sayıda badireler atlattı. Çok sayıda genel başkanlar ve seçimler gördü. CHP'nin dününü ve bugününü sizin için derleyip özetledik...

Şimdi en iyisi mi gelin Hakkı Uyar CHP'ye dair neler yazıp, söylemiş hep birlikte okuyalım;


CHP, Cumhuriyet tarihinin en eski partisidir. CHP’nin tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihi ile özdeştir. Bu nedenle, CHP tarihini bilmeden ve anlamadan Cumhuriyet tarihini anlamak mümkün olmayacaktır denilebilir.

Kurtuluş Savaşı’nın dayandığı Müdafaa-i Hukuk temelinden gelen ve kurulduğu 1923 yılından 1950 yılına kadar aralıksız olarak 27 yıl boyunca iktidarda kalan CHP’nin iktidar döneminde Atatürk’ün önderliğinde Türk Devrimi gerçekleştirildi. Bir Ortaçağ toplumunun sonucu olan geleneksel kurumlar ortadan kaldırıldı; demokrasi/ulusal egemenlik, çağdaş bir ülke ve hukuk devleti ilkeleri yerleştirilmeye çalışıldı. Bu üç hedef, Halk Fırkası tüzüğünün birinci maddesinde, partinin kuruluş amacı olarak ortaya konmuştu.

Partinin kuruluşu
CHP, 4-11 Eylül 1919 tarihleri arasında toplanan Sivas Kongresi’ni ilk kongresi olarak kabul etmektedir. Ancak gerçek anlamda partinin kuruluş tarihi 1923 yılında gerçekleşti. 9 Eylül, parti tüzüğünün kabul edildiği tarihtir. 11 Eylül ise, Atatürk’ün Halk Fırkası Genel Başkanı seçildiği tarihtir. 23 Ekim’de ise, partinin kuruluş dilekçesi İçişleri Bakanlığı’na verildi. Bu bağlamda, CHP’nin kuruluş tarihi olarak kabul ettiği 9 Eylül 1923 tarihinin gerçeklikten çok da kopuk olduğunu söylemek mümkün değildir. İlk kongre bağlamında Sivas Kongresi’ne yapılan gönderme ve kuruluş tarihi olarak İzmir’in kurtuluşunun birinci yıldönümünün seçilmesi, partinin Kurtuluş Savaşı ile olan bağlarını ortaya çıkarmaya ve pekiştirmeye yöneliktir.

Tarihsel arka planı
Türkiye’deki siyasal partiler Avrupa’daki siyasal partilerden farklı temeller üzerine şekillendiler. Batı’daki partiler parlamento içinde ve legal olarak kuruldular. Bir toplumsal kesimin/sınıfsal yapının temsilcisi durumundaydılar. Türkiye’de ise Batı’daki anlamda sınıfsal bir yapı yoktu. Türkiye’deki ilk modern siyasal muhalefet hareketleri sınıf değil, aydın/bürokrat kökenlidir. Kurtuluşçu bir misyona sahiptir. Sınıfsal değil, kurtuluşçudur; devleti kurtarmak ana hedeftir. Osmanlı’daki ilk ciddi muhalefet hareketi olarak ortaya çıkan İttihat ve Terakki, 1908 sonrasında Cemiyet’ten Fırka’ya dönüşmüştü. Buna benzer bir şekilde Sivas Kongresi (4-11 Eylül 1919) sırasında kurulan ve ülkedeki dağınık tüm direniş odaklarını birleştiren Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti (A-RMHC) de, Birinci Meclis’te aynı adla örgütlendi ve ardından ülkenin kurtarılmasından sonra Halk Fırkası’na dönüştü. Halk Fırkası kurulduğunda, A-RMHC il ve ilçe şubeleri tabelalarını indirerek yerine Halk Fırkası tabelasını astılar.

Fırkanın ilk yöneticileri
23 Ekim 1923 tarihinde İçişleri Bakanlığı’na sunulan dilekçede, Halk Fırkası adıyla tüzüğü sunulan bir partinin kurulduğu ve idare heyetinin isimleri belirtilmektedir. Bu dilekçenin verilmesinden kısa bir süre sonra, 29 Ekim 1923 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’nın Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine, Mustafa Kemal Paşa, Başbakan İsmet Paşa’ya gönderdiği 19 Kasım 1923 tarihli yazıda Halk Fırkası genel başkanlığına vekalet etmesini istiyor ve bunun gerekçesi olarak Cumhurbaşkanı olmasının bu görevi yürütmesine engel olduğunu söylüyordu. İsmet Paşa, parti genel başkan vekilliğine atanmasının ertesi günü A-RMHC şubelerine bir genelge gönderdi. Genelgede önce Halk Fırkası’nın kuruluşuna kısaca değinilmekte ve artık A-RMHC şube yönetim kurullarının Halk Fırkası yönetim kurulları adı altında çalışmaya devam edeceği bildirilmekteydi. Böylece Halk Fırkası, A-RMHC’den devraldığı güçlü bir örgüte,‘Dokuz Umde’lik (Dokuz Maddelik) bir programa ve bir tüzüğe sahip olarak kuruluşunda karşılaştığı ilk sorunları çözmüş oldu.

Fırkanın amacı
Partinin kurulmasına ilişkin Mustafa Kemal Paşa ilk açıklamasını 6 Aralık 1922 tarihinde yaptı ve “Halk Fırkası” adını kullandı. Ülkenin geri kalmışlığını ve çöküş tehlikesini ortadan kaldırmak, çağdaş ve ileri bir toplum yaratmak amacıyla devrimler yapmayı planlıyordu. Bu da ancak bir siyasal parti ile mümkün olabilirdi. Mustafa Kemal Paşa, milletin tüm kesimlerinden ve hatta İslam dünyasının en uzak yerlerinden bile kendisine gösterilen sevgi ve güvene layık olabilmek için milletin en sade bir bireyi olarak vatanın yararına çalışmak amacıyla barışın sağlanmasından sonra Halkçılık ilkesine dayanan ve Halk Fırkası adıyla bir siyasal parti kurmak niyetinde olduğunu söyledi. Yeni bir döneme girildiğini belirten Gazi Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş Savaşı’nda olduğu gibi milletin yardımını ve aydınların da katkısını istiyordu. Ayrıca kuracağı parti için 7 Şubat 1923 tarihinde şu değerlendirmeyi yapmıştı: “Halk Fırkası, halkımıza siyasi eğitim vermek için bir okul olacaktır.”

Mustafa Kemal Paşa’nın bu konuşmayı yaptığı tarihlerde Kurtuluş Savaşı sona ereli çok olmamış; Mudanya Ateşkes Antlaşması da yeni imzalamış ve hemen ardından Saltanat kaldırılmıştı. Lozan Barış Görüşmeleri ise henüz devam etmekteydi. Bu dönemde bir yurt gezisine çıkan Gazi, yaptığı bir konuşmada şunları söylemişti:

“Bence, bizim milletimiz birbirinden çok farklı menfaatleri takip edecek ve bundan dolayı da mücadele halinde buluna gelen çeşitli sınıflara sahip değildir. Ülkedeki sınıflar birbirlerine lazım olan ve birbirlerini tamamlayıcı ve bütünleyici özelliktedir. Onun için de Halk Fırkası bütün sınıfların haklarını, yükselme sebeplerini ve mutluluğunu sağlamak yolunda çalışmalarda bulunacaktır.”

Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa, yaptığı konuşmada, Halk Fırkası’nın sınıf temeli üzerine kurulmayacağını, sınıf ayrımı yapılamayacağını ve tüm sınıfları kapsayan bir parti olacağını belirtmektedir. Bu konuşma, 1930’lar Türkiye’sinde ortaya çıkan ve 10. Yıl Marşı’nda da ifadesini bulan “sınıfsız imtiyazsız kaynaşmış kitle” deyiminin ortaya çıkışının bir habercisi gibidir.

Fırkanın adındaki değişim
Halk Fırkası, kurulduğu tarihten bir yıl kadar sonra adının başına Cumhuriyet kelimesini ekledi (10 Kasım 1924). Bu tarihten bir hafta sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (TpCF) kurulacaktı. Cumhuriyet Halk Fırkası’nın adındaki fırka kelimesi, Dil Devrimi’nin yaşandığı 1935 yılında parti’ye dönüştü.

Demokrasi Devrimi:

14 Mayıs 1950 Seçimleri
Türk Devrimi’nin bir geç modernleşme hareketi olduğu ve ülkeyi kurtarma amacı dikkate alındığında, bu hareketin doğal sonucunun demokrasi olması gerektiği varsayılabilir. Nitekim 1924-1925 TpCF denemesi, 1930 Serbest Cumhuriyet Fırkası (SCF) denemesi, müstakil milletvekilliği (1931-1939) ve Müstakil Grup (1939-1946) arayışları da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Türk Devrimi’nin tamamlanması 1950 seçimlerinin dürüst ve güvenilir bir şekilde gerçekleşmesi ve bunun neticesinde 27 yıllık tek parti iktidarının sorunsuz ve demokratik yollardan sona ermesi ile mümkün olmuştur. Bir tek parti yönetiminin kendi iradesi ile çok partili rejime yönelmesi ve iktidarı muhalefete devri, o döneme kadar görülmüş bir uygulama değildi. Böylece cumhuriyet rejimi demokrasi ile tamamlanmış oluyordu. Bu, demokrasi devrimi idi. Atatürk başta olmak üzere kurucu kadronun demokrasi ideali kadar, 1945’te İnönü’nün bu konuda sergilediği kararlı tutum da demokrasi devriminin başarılmasında etkili oldu. 1945’te 61 yaşında olan İnönü, sağlığında seçimle iktidarın değişimini görmek ve yine sağlığında olası aksaklıkları çözmek istiyordu. Cumhuriyet, seçimle iktidar değişimi sonucunda kurumsallaşabilecekti. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesi çok partili hayata geçişi kolaylaştırmış olmakla beraber, bunu dış etkenlere bağlamak doğru değildir. Bu bağlamda sıklıkla Batı ittifakı içerisinde yer almak için çok partili hayata geçildiği tezi dile getirilmektedir. Oysa Portekiz Salazar diktatörlüğü altında iken 1949’da NATO’nun kurucu ülkeleri arasında yer alabildi. Milli Şef İnönü yönetiminde Türkiye de -Portekiz’deki Salazar yönetimi gibi- otoriter bir yönetimle Batı ittifakı içerisinde yer alabilirdi.

1950 seçimlerine ilişkin yasal düzenleme 16 Şubat 1950 tarihinde kabul edilen Seçim Kanunu ile yapıldı. Bu kanun gizli oy, açık sayım, yargı güvencesi ve Yüksek Seçim Kurulu’nun kurulması gibi temel unsurları içeriyordu. Bu yapısı itibarıyla çok önemli kazanımlar sağlıyordu. Bir seçim sisteminden beklenecek iki önemli şey olduğu söylenebilir: Birincisi, seçim güvenliği ve seçimlerin dürüst bir şekilde yapılmasıdır ki 1950 seçim Kanunu bunu sağlıyordu. İkincisi ise, temsilde adaletti. 1950 Seçim Kanunu çoğunluk sistemi nedeniyle temsilde adaleti sağlamıyordu. CHP’nin bunun farkına varması ancak 1950 seçim yenilgisiyle oldu. Oyların yüzde 52’sini alan Demokrat Parti (DP), milletvekilliklerinin yüzde 84’ünü alırken; oyların yüzde 39’unu alan CHP, milletvekilliklerinin sadece yüzde 14’ünü alabildi. CHP, öncülük ettiği Seçim Kanunu’nun azizliğine uğradı. Alınan oylar açısından bakıldığında arada büyük bir fark yoktu. Aslında CHP’nin 27 yıllık yıpranmışlıktan, İkinci Dünya Savaşı’nın getirdiği sıkıntılardan sonra bu kadar yüksek oy alabilmesi bile şaşırtıcıydı. CHP, seçimlerde yenilmişti ama ortada büyük bir hezimet yoktu. Asıl hezimet, parlamentoda temsil bakımından ortaya çıktı. Alınan oylarla çıkarılan milletvekillerinin arasındaki dengesizlik, 1950’li yıllar boyunca yaşanan sorunların temel nedenlerinden birini oluşturdu. Bunun telafisini sağlayan nispi temsil sistemine geçiş ancak 1961 seçimleriyle uygulanabildi.

Ortanın Solu’ndan Demokratik Sol’a
CHP’nin 1950’de iktidarı DP’ye bırakması ile birlikte bir dönem kapanmış ve yeni bir dönem başlamıştı. 1950’lerin ilk yılları CHP açısından bocalama yılları oldu. Bu yıllarda parti dağılmadıysa bunu öncelikle İnönü’ye borçludur. İkinci olarak DP iktidarının sonraki yıllardaki otoriterleşme eğilimi, CHP’ye kitleselleşme noktasında bir fırsat kapısı açtı.

CHP’nin 1959 yılındaki İlk Hedefler Beyannamesi, Ortanın Solu’na giden dikkat çekici kilometre taşlarından biridir. Anayasa tartışmaları, Senato, Anayasa Mahkemesi, sendikal örgütlenme, çalışanlara grev hakkı tanınması, seçim sisteminin demokratikleştirilmesi (nispi temsil sistemi) vb. konular, bu beyannamede gündeme geldi. Bu hedefler, 27 Mayıs Anayasası ile gerçekleşti. Ancak, askeri darbe CHP’yi olası bir seçimde tek başına iktidara gelmekten alıkoydu. Askeri darbenin CHP’ye oy kaybettirdiği açıktı. İdamlar ve askeri müdahalenin CHP’ye mal edilmesi, CHP’nin 1961 seçimlerinden tek başına iktidar olarak çıkmasına engel oldu. 1957 seçimlerindeki oylarının gerisine düşmesine rağmen CHP yine de seçimlerden birinci parti olarak çıktı. Cumhuriyet tarihinin ilk koalisyon hükümeti kuruldu. 27 Mayıs olmasa belki CHP, 1961 seçimlerinden iktidar olarak çıkabilirdi. Ancak, seçimlerin dürüst ve güvenilir bir şekilde yapılacağının da garantisi yoktu.
1961-1965 dönemindeki CHP’nin ağırlıkta olduğu koalisyon hükümetleri ve bu hükümetlerin izlediği politikalar (Bülent Ecevit’in Çalışma Bakanlığı gibi) Ortanın Solu politikalarının habercisiydi. Söz konusu dönemde uzun yıllardır beklenen işçilere grev hakkının verilmesi gerçekleşti.

CHP ve benzeri partiler

CHP ve kısmen onun türevi olan partiler (HP, SODEP, SHP ve DSP), klasik bir siyasal partinin ötesinde özelliklere sahiptirler. Dünyadaki diğer merkez sol partilerden farklı olarak kökleri Bağımsızlık Savaşı’na ve onun örgütü Müdafaa-i Hukuk’a kadar dayanmaktadır. Tarihi, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihiyle özdeş olan bu parti, Cumhuriyet’in ve devletin kurucusu bir vasfa da sahiptir. Bu, CHP’ye bir prestij sağladığı gibi döneme ilişkin yakıştırılan tüm olumsuzlukların sorumlusu olarak değerlendirilmesine sebep olmakta ve bir dezavantaja da dönüşmektedir.

CHP, AK Parti'ye benzememeli
Unutulmamalıdır ki demokrasi, partiler rejimidir. Partilerin eskiliği ve köklülüğü, demokrasinin de gelişebilmesine imkân sağlayacaktır. Partilerin varlıklarını sürdürebilmesi, değişen ülke ve dünya koşullarına uyum sağlayabilmesine, kurumsallaşabilmelerine ve ideolojik olarak kendilerini yenileyip toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilmelerine bağlıdır. CHP de bu noktada son yıllarda çok da başarılı olarak nitelendirilemez. Cumhuriyet’in kurucu değerleri (Kemalizm/Altı Ok) ile çağdaş sol değerlerin sentezine dayanan 100 yıllık gelişim süreci, bugün etnik ve mezhepsel kimlik, bölgecilik, Cumhuriyet’in kurucu değerlerini küçümseme, sağa açılma adına AK Parti’yi taklit etmeye yönelik adımlar nedeniyle tehlike altındadır. Cumhuriyet’i ve Cumhuriyet değerlerini, laikliği, seküler Türk milli kimliğini koruması beklenen CHP’nin iç iktidar mücadelesinin ötesine geçememesi, Türkiye açısından üzüntü vericidir. Bu noktada CHP’nin 1980 sonrasında parti programıyla değil parti tüzüğüyle ilgilendiği söylenebilir. Bunun anlamı ülkede iktidarın değil, partide iktidarın önceliğidir. Tarihi kimliğinden kopmadan, ama ülkenin/dünyanın değişen koşullarına uyum sağlayarak dönüşmek, diğer taraftan karizmatik bir lidere sahip olmak partiyi uzun yıllardan sonra tekrar iktidar alternatifi yapabilir. Kurucu liderinin vefatından sonra parti yaşayabilmişse, lider değişiminden sonra da yaşayabileceğinden şüphe etmemek gerekir.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Politika Haberleri