Umudun kırıntısı bile kalmadı!

Umudun kırıntısı bile kalmadı!

Ülkede ekonomik kriz her geçen gün derinlenşiyor. Halkın büyük bir kısmı özel sektörde asgari ücrete mahkum edilmişken büyükşehirlerde en ucuz ev kiraları bile 12 bin liradan başlıyor. Emekli deseniz ayda 10 bin lira ile yaşar ne yaşar ne yaşamazdan hallice bir vaziyette. Öyle ki memlekette ne gençlerin ne yaşlıların bir mutluluğu yahut umudu var. Gayrı meşru almış başını gidiyor; uyuşturucu satışı ve kullanımı hadsafada. Fuhuş hiç olmadığı kadar yaygınlaşmış. Bir tarafta yoksulluk ve umutsuzluk diğer tarafta neon ışıkları altında para saçıp, en pahalı arabalara binenlerin yaşadığı bir Türkiye...

Öte tarafta her milletten insan sonra. Suriyeli, Afgan, Pakistanlı, Iraklı, İranlı, Rus, Ukraynalı vs derken şimdi İngiltere kendi ülkesine gelen ne iduğu belirsizleri önce Ruanda'ya (Afrika'nın ortasında küçük bir devlet) ardında da Türkiye'ye yolluyor. Dış basına bakarsanız; Ruanda'dan Türkiye'ye Türk Hava Yolları 66 sefer düzenleyecek ve 66 seferdeki uçuşların tamamında biletler tükenmiş durumda.

Kenya'nın bile ülkeye girişi için vize koyduğu Türk vatandaşının ülkesine İngiltere'nin kovduğu kaçak sığınmacılar bile vizesiz giriş yapabiliyor... Sessiz işgal, sessiz istila. Ekonomik bir çöküntü.

Açlık, yoksulluk, pahalılık. Sokakta kim vurduya gidebileceğin bir memleket. Umut mu satalım? Kırıntısı bile kalmadı be kardeşim...

Minimal öykü denemeleri: Budalaca bir iş

Günlerden Pazar. Hayallerini koydu heybesinin içine. Hafifti heybesi ama bir o kadar anlamlıydı. Güzel geçecekti Pazar günü ve sonraki günler. Sevdiği kadar sevilecek, değer verdiği kadar değer verecek ve her şeyden önemlisi iki yıldır ödediği ev kredisini elbet bir gün bitirecek, akşamları iki kadeh şarabın dünyasında noksanlıklarına karşı kör bir tavır takınabilecekti. Herkes gibi umutluydu; umut olmazsa olmaz mıydı yoksa Nietzsche'nin dediği gibi işkenceyi uzatmaktan ileri gitmeyen bir teselli aracı mı? Bunu düşünmeye ayıracak zamanı yoktu. Filozof değildi ve üstelik böylesi lüks fikirlere akıl erdirecek kadar bilgi satın almışlığı da yoktu.

Aynanın karşısında saçlarını tararken, bir şarkı mırıldanmaya başladı. “Çocuklar inanın, inanın çocuklar” diyordu şarkıda. Hayaline inandırma telaşındaydı kendini. Oysa çocuklara verilen sözler genelde tutulmazdı. Yoksa tutulur muydu? Önemi yoktu… Lavaboya tükürdü kendinden emin bir bakış daha attı aynaya, kaşlarını çattı ardından gülümsedi. Aynı anda hem sevecen hem kızgın biri olmayı başarabilecek kadar kabiliyetli oluşuna sevindi.

Hayalleri heybesinde, işe gitmek için evden çıktı. Şayet şansı varsa belki metrobüste yanına güzel bir kız otururdu. Bunu da hayal hanesine ekleyerek, budalaca işine doğru adımladı…

Kalk bakalım!

06:43… Kamil'in alarmı ısrarlı bir o kadar da kararlı bir şekilde ötüyor. Modern zamanlarda böyle. Horozları kestik, akıllı telefonların içine sakladık bizi işe yetiştirecek değerleri… Tabii Kamil'in bunu düşünüp buna dair bir fikir geliştirecek durumu yok. Yazık… Kamil 07:15'te işe gitmek için evden çıkmalı. Şunun şurasında 32 dakikası var. 32 dakika da kalkmalı, duş almalı, dişlerini fırçalamalı belki bir sabah kahvesi içmeli, saçlarına şekil vermeye gayret etmeli ve üzerini giyip işe doğru yürümeli… Meli, malı gereklilik kipi miydi? Gerekli miydi bütün bunlar? Ah, Kamil. Halbuki her çocuk gibi büyüdüğünde astronot olmaktı amacı…

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Gündem Haberleri