Sevgisi gibi sevişmeleri de yalanmış…

Sevgisi gibi sevişmeleri de yalanmış…

Hayat insana biraz geçte olsa;

Yaş aldıkça, gerektiğinde çok konuşmaktansa susmanın, kendini yormaktansa kafaya takmamanın ve bazı insanları düzeltmeye çalışmaktansa hiç kaale almamanın, daha değerli olduğunu öğretiyor.

Ayna da yüzüne bakıyordu. Alnında ki çizgilerin ve gözlerinin kenarındaki kazkanatlarını gördü. Her bir çizginin hikâyesi, bir yarası, kahrı vardı.

Kimisi belki yaşından, en çoğu da arkadaşım dediklerinden ve sevdadan idi. Her biri ihanetleri anlatır da ancak bunu kimse bilemez. Dilleri olup konuşsalar söyleyemedikleri, içine attıkları ne de çok sırları var.

Gözleri ise halen aynı gülüyordu. Değişmemişti.

“Tam unuttum derken; bir şarkı çalar, biri onun gibi güler, birisi parfümünü sıkıp onun gibi kokar, tüm unuttuğun boşa gider” adam, muhtemelen Cemal Süreyya’da aynı duyguları yaşamış ki bunları yazabilmiş, insan tecrübe etmeden bunları bilemez diye geçirdi kafasının içinden.

Varlığından, hiçbir menfaati yoktu. Kuruş kâr gözetmeden sevmiş, hatta severken sevgisi de dâhil çok zarar görmüştü.

Oysaki yaşayacak yıllarımız olmalı, demişti. Uyuyacaksan kollarımda uyumalısın, vaktin olursa sevişmekten deli gibi, başını omzuma koymalısın dediğini yine anlatamamıştı.

Adamdan bu tür cümleler duyduğunda hep aynı tavrı takınırdı. Veya duyumsamazlıktan gelirdi.
Sevginin böyle bir duygu olabileceğini, onu böylesine kimse sevmediğinden hiçbir zaman inanamamıştı. Seviyor-muş gibi yapanlar karşılığında, cesurca sergilediği vücudu dâhil duygularını, inançlarını almışlardı. O, onlar gibi olmuş, hayatını menfaat üzerine kurmuştu. Sebebi bu olsa gerek ki, gerçek sevgiyi gördüğünden beri hep kaçıyordu.

O artık dönülmesi zor yola girmişti. Ver gülüm, al gülüm diye yaşamanın mutluluk olduğunu sanıyordu. Yaşı yarım yüzyıla yaklaşmıştı. Artık, değişmezdi.

Dostunu söyle kim olduğunu söyleyeyim çok doğru bir söz diye aklından onun arkadaşlık yaptığı insanları geçirdiği anda sigarasından derin bir nefes çekti.

Yıl 2024.

Şişeden cin çıkıp ne istersin diye sorsa, o’nunla karşılaştığı on yıl öncesinin şubat ayında olmasını dilerdi. Arkadaşlarıyla mutlu olduğu, milyonların henüz tanımadığı telefonla her aradığında kendisinin açtığı dostuyla konuştuğu günleri özlediğini hissetti.

Önünde o’nun kitap alışkanlığını sıkılmadan edinsin diye ilk önerdiği Mevlana’yı anlatan kitap serisinden biri duruyordu. Sayfaları dalgın dalgın karıştırdı.

“Eşek derviş olmaz odun çekmekle tekkeye, deve hacı olmaz Mekke’ye gidip gelmekle” sözünü takılı kaldı. Üç kez okudu.

İlk okuduğunda, keşke insanlar, bilgiçlik taslamak için kullandıkları süslü kelimeler gibi olsalar. Gıybet yapıp, tuzak planları kurup, içtiği alkolü, ihanetlerini unutmayıp, yapmamış, dürüstmüş gibi anlatmasalar.

İkincide, çalışmayıp günde iki paket sigara içen, fatura ödeyen, dışardan yemek siparişi vererek beslenen, her akşam alkol içerek bankadan aldıkları az bir faizle sözüm ona kendini varlıklı gibi gösterip insanları kandırmasalar.

Üçüncüsünde, her gece rakı, bira içmeyince, şiddet yanlısı olmayınca, adam tutup insan dövdürmeyince, yalanlarla dolu tehditler savurmayınca, kendini acındırarak birini söğüşlerken diğerlerine zenginmiş havası verip aldatmasalar…. televizyondan duyduğu haberle irkildi.

İki genç kızı vahşice katleden aynı yaştaki gencin intihar ettiği anlatılıyordu. Tüyleri ürperdi adamın… Bir insan, nefes alana, gülüp, ağlayana bunu nasıl yapabilirdi.

Bu ilk değildi. Kaç bebek, kız çocuğu, kadın, anne yitip gitmişti. Allah’a sığınıp, kitabını okumamış ahkâm kesenlerin bunda payı büyüktü.

Emperyalist ülkelerin ortaya koydukları senaryo ile din ile sömürüp, dizilerde, renkli gece hayatlarıyla, ellerinde silahlarla, şık giysilerle, lüks arabalarla verdikleri mesajla özendirip şiddete meyil ettiriyor. Ülkeyi gerçek gündeminden uzaklaştırıyorlardı.

Amaçları bunu yaptıkları ülkelerde yoksulluğu benimsetip bir parça bal çalarak köleleştirip, yazdıkları senaryoyu hayata geçirmek, kaos ortamı yaratıp insanları korkuyla sindirmekten başka bir şey değildi.

Adam derin düşünceler içinde o’nun da aynı böyle olduğunu, bunlardan vaz geçmesi için verdiği uğraşları Allah’a nasıl yalvararak dua ettiğini hatırladı.

Oysa ki yazar Seçil Oğuz’un da yazdığı gibi.
Birilerinin umudu,
birilerinin huzuru,
birilerinin mutluluğu olmak lazım.
Yoksa...
Yoksa yaşamak ne ki...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Gündem Haberleri