En büyük patron bizim patron!

En büyük patron bizim patron!

Sevgili dostlar ülkemizde maalesef kötü bir yönetim ve kötü bir iktidar anlayışı var. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoağn herkesçe eleştirilerin hedefinde. Ama bana sorarsanız kendisi en büyük patron! Patron dedi isem övüyor veya salt yeriyor değilim. Ortada ciddi tuhaflıklar ve bilinmezlikler var. Şimdi gelin bunları hep birlikte okuyalım. Bu anlamda güzel bir araştırma ortaya koyan BirGün Gazetesi'ndeki emekçi arkadaşlarıma da teşekkür ederek şunları sizinle paylaşmakta fayda görüyorum;

Koza-İpek Holding’e 15 Temmuz’un ardından el konulmuştu.Koza İpek Holding’in ve holdinge bağlı 11 şirketin Hazine’den Türkiye Varlık Fonu’na devredilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı Kararı Resmi Gazete’de yayımlandı. Bu çelişkili durumu ortaya koymakta fayda var. Zira TVF’nin patronu ya da bir başka ifadeyle yönetim kurulu başkanı bizzat Erdoğan’dır. Erdoğan’ın aynı zamanda Cumhurbaşkanı olması, Hazine’den yönetim kurulu başkanı olduğu şirkete servet transfer edebilmesine de imkan sağlıyor. Bu tuhaflık, Erdoğan’dan sonraki cumhurbaşkanlarının da önündeki büyük bir muammadır.Koza-İpek Holding’in Meclis denetiminden çıkıp cumhurbaşkanının uhdesine verilmesi, altın madeninde tek söz hakkının Erdoğan’a geçmesi demektir. Bu, Erdoğan’ı aynı zamanda Türkiye’nin en büyük patronu yapar.

Traji komik durumlar!

Türkiye Varlık Fonu, özel şirketler gibi gelir elde eden ve onlar gibi borçlanabilen fakat bünyesinde kamu şirketlerini barındıran bir anonim şirkettir. Şirketin başındaki isim Tayyip Erdoğan’dır ama bu durum kanuni bir zorunluluk değil, Erdoğan’ın tasarrufudur. Nitekim TVF’nin kurulduğu 26 Ağustos 2016’dan 12 Eylül 2018’e dek TVF yönetim kurulu başkanı Zafer Sönmez’ken, o tarihten itibaren Erdoğan kendisini TVF Yönetim Kurulu’nun başına atadı. Dolayısıyla önümüzdeki tuhaf bir çelişki var; Cumhurbaşkanı koltuğu değiştiğinde, Erdoğan’ın da TVF’nin yönetim kurulu başkanlığı kendiliğinden düşmüyor. Haliyle, eğer bir gün Cumhurbaşkanı değişirse, yeni cumhurbaşkanı, Erdoğan’ı TVF’nin Yönetim Kurulu Başkanlığı görevinden almazsa, Erdoğan’ın bu makama devam etmesinde kanunen hiçbir engel yok.

TVF’nin amacı nedir?

Normal şartlar altında varlık fonları düzenli olarak bütçe fazlası veren ya da yeni bir ulusal servet keşfeden ülkelerin bu fazlayı değerlendirmesi için kullanılır. Fakat Türkiye ne yeni bir zenginleşme kaynağı bulmuş ne de bütçe fazlası vermeye başlamıştır. Buna rağmen bir Varlık Fonu oluşturulmuş, başına da aynı zamanda bir siyasi parti genel başkanı olan Erdoğan atanmıştır. Bu haliyle, Varlık Fonu, Cumhurbaşkanı’nın uhdesine verilmiş Türkiye’nin en büyük şirketidir.
TVF’nin olağanüstülüğü 15 Temmuz’un atmosferinde oluştu. 15 Temmuz 2016 Darbe Girişimi’nden sadece 42 gün sonra kuruldu TVF. O dönem çokça tartışılmış olsa da OHAL şartlarında yeterli muhalefet yapılamadı. TVF’yi savunanların temel argümanı bu sayede kamu şirketlerinin daha verimli çalışacağıydı. Fakat 8 yıllık tecrübe bu iddiayı yalanlayacak onlarca veriyle dolu. Bunların en popüleri TVF’ye geçtikten sonra ÇayKur’un zarar etmeye başlamasıdır ki, benzer gelişmeler PTT için de, THY için de, BOTAŞ için de söylenebilir. Dolayısıyla TVF’nin kamu şirketlerinin daha verimli yönetilmesini sağlayacağı iddiasının altı boştur. O halde neden kurulmuştur TVF? Neden tüm kamu şirketlerinin tek bir anonim şirket çatısı altında toplanıp, başına da Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçmesine ihtiyaç duyulmuştur? Bilmiyoruz. Fakat şunu biliyoruz; TVF sayesinde Cumhurbaşkanı’nın emrine yüz milyarlarca dolarlık ve denetimden uzak ulusal bir servet emanet edilmişti. İster alır, ister satardı… Bu ulusal servetin nasıl kullanılacağı da tümüyle siyasi bir kurum olan Cumhurbaşkanının inisiyatifindeydi. Bu kurumda neler yapıldığı ancak Erdoğan’dan sonra büyük bir denetimle öğrenebileceğimiz soru işaretleriyle dolu…

Paralel hazine olur mu?

Normalde, kamu şirketlerinin hissedarlığı Hazine’ye aittir. Fakat TVF bu haliyle “paralel bir hazine” gibi çalışıyor. Peki bunun ne mahsuru var? Bir devletin birden çok hazinesi olmalı mıdır? Bu soruya hukuki ya da idari nedenlerle cevap vermek mümkün. Ama biz iktisadi nedenleri sıralayalım. İktisat politikalarının etkinliğini arzuluyorsanız birden fazla Hazineniz olmamalıdır. Zira birden fazla Hazine demek aynı zamanda maliye politikasının yöneticisi olan Hazine’nin bölünmesi, maliye politikası uygulamalarının da çetrefil hale gelmesine neden olur. Bu yüzden Hazine’nin tekliği, maliye politikasının en önemli ilkesidir. Aksi halde iktisat politikanızın maliye ayağı çürür. Nitekim Türkiye’de olan da budur. ‘Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ bu şekilde organize edildiği sürece ekonomik dengesizlikleri gidermek de mümkün olamıyor. Haliyle ekonomik dengesizlikler, faizin, kurun, enflasyonun ötesine geçerek idari-politik bir meseleye dönüşüyor.

Egemenlik hakkının tek adama devri

Fakat sorun yalnızca ekonomik etkinsizlik de değil. TVF’nin varlığı aynı zamanda egemenlik haklarına ilişkin de türlü sorunlara gebedir. Koza-İpek Holding’in Hazine’den alınıp, paralel Hazine olan TVF’ye devri de bu çürümeye örnek oluşturuyor. Türkiye’nin en büyük altın üreticisi Koza-İpek Holding’tir. Koza’nın bünyesinde halen üretim yapılan Ovacık, Mastra, Himmetdede, Çukuralan, Kaymaz altın madenleri ile çok sayıda yeni arama ve işletme ruhsatı bulunuyor. Bu haliyle Koza-İpek Holding’in Meclis denetiminden uzaklaştırılıp, cumhurbaşkanının uhdesine verilmesi, Türkiye’nin altın madenciliğinde tek söz hakkının Erdoğan’ın eline verilmesi demektir ki, bu durum Erdoğan’ı sadece Cumhurbaşkanı değil, aynı zamanda Türkiye’nin en büyük patronu haline getirir. Ziraat Bankası’nın, Halkbank’ın ve Vakıfbank’ın, Botaş’ın, PTT’nin, Çaykur’un, THY’nin, limanların, Borsa İstanbul’un, Türkiye Petrolleri’nin ve artık Koza-İpek Holding’in de patronudur Erdoğan. Böylece tek bir kişi Türkiye’nin hem gelmiş geçmiş en yetkili cumhurbaşkanı, hem TBMM çoğunluğunu elinde tutan iktidar partisinin genel başkanı, hem de Türkiye’nin en büyük patronu haline gelmiştir ki, böyle bir düzende ekonomik dengesizliklerin sona ermesini beklemek hayal olur. Düzen değişmedikçe, halka refah dağıtamaz.

Tekerrür çemberini kırmak

İktidarın tarihi bir yenilgi aldığı yerel seçimlerin üzerinden neredeyse 5 ay geçti. Bu zaman zarfında, iktidarın hezimetinin ana nedeni olan ekonomik ve sosyal durum daha da kötüleşti. Artan hayat pahalılığına karşın maaşlarına ara zam alamayan mavi ve beyaz yakalı emekçileri, yaz sıcağından çok yaşam şartları kavurdu. Yurttaşlar artık tatilden-seyahatten, gezmeden-tozmadan, giyim-kuşamdan, sosyal aktiviteden vs geçti, karnını nasıl doyuracağını, başını soktuğu evin kirasını nasıl ödeyeceğini düşünüyor. Sinir, stres, huzursuzluk ve kaygı da cabası… Yakın gelecek de bu açıdan pek umut vadetmiyor.

Ülke siyaseti başka gerçekler bambaşka

Ülke siyaseti ise başka bir mecradan akıyor. Yerel seçim sonrası ortaya atılan yumuşama-normalleşme lafları, politik gündem ile memleketin gerçekleri arasındaki senkronizasyonu hepten bozdu. Kötü yönetilen ve her şeyin raydan çıktığı bir ülkede iktidar ile muhalefetin neden normalleşmeye çabaladığını, yumuşamanın var olan sorunlara ne gibi bir faydasının dokunacağını kimse anlayamadı.

CHP neden razı geldi?

Hadi AKP zaman kazanmak, mevcut şartlar altında muhalefeti belli bir hareket alanına sıkıştırmak istiyordu da CHP neden buna razı geldi? Karşı mahalleye ulaşmak ve önyargıları kırmak için muhalefetten taviz vermeye, yelkenleri suya indirmeye gerek var mıydı? Hem de etkin bir muhalefete en çok ihtiyaç duyulan zamanda… Ayrıca CHP’nin muhafazakâr kesimlere ulaşma planını, iktidarın ihsanı üzerine kurması ne kadar mantıklıydı?

Yumuşama normalleşme derken..

İşin garibi, bir yumuşama, normalleşme falan olduğu da yok. Her şey aynı tas aynı hamam devam ediyor. Rejimin politik hedeflerinde, yasaklarda, baskılarda ve gözaltılarda en ufak bir esneme söz konusu değil. 1 Mayıs’ta tüm İstanbul kapatılıyor, eğitim sisteminde ideolojik ayarlamalar yapılıyor, sokak hayvanlarının katledilmesi için yasa çıkartılıyor, seçilmiş milletvekili hukuka meydan okunarak hapiste tutuluyor, Meclis’teki vekiller darp ediliyor, gazeteciler, aydınlar en tepeden tehdit ediliyor, Instagram’ın fişi çekiliyor, sokak röportajında iktidarı eleştiren yurttaşın bileğine kelepçe takılıyor. Sadece yürütmenin başı Erdoğan ile anamuhalefet lideri Özel ara ara görüşüp memleketin gündemindeki meseleleri istişare ediyor, o kadar. İşte böyle yumuşuyor, normalleşiyoruz. Bu arada da iliğimize kadar sömürülüyor, elimizde avucumuzda ne kaldıysa kaybedip yoksullaşıyoruz. Hem maddi hem de manevi anlamda…

Cendereye karşı tepki veriyor ülke

Fakat neyse ki memleket, bu cendereye sıkışmamak için tepki veriyor. Ülkenin dört bir yanında sömürüyü kabullenmeyen, gidişata itiraz eden, haksızlığa, hukuksuzluğa direnmek için sokaklara çıkan yurttaşlar var. Belki gösterilen tepki yeri göğü inletmiyor ancak bunca baskıya, tehdide ve muhalefetin ikircikli tavırlarına rağmen ülkenin sessizliğe gömülmemesi umut verici.
Muhalefetin erken seçimi zorlamaması bir hata elbette ama mesele bunun çok daha ötesinde. Koşulları, çelişkileri, atmosferi ve psikolojisi iktidar tarafından belirlenen bir erken seçim, nasıl ülkenin geniş muhalif kesimleri için olumlu bir sonuç doğurabilir? Geçim krizinin, sosyal ve siyasi problemlerin tek başına bir anlam ifade etmediği, bunun politize edilmeye ve örgütlenmeye muhtaç bir dinamik olduğu yakın geçmişte görüldü. Bunu yapabilecek tek güç, halkın örgütlü ve birleşik muhalefeti. Zira rejimin karakterine itiraz etmeyi bırakan ve kendine başka öncelikler tayin eden muhalefet, çok daha farklı bir kulvarda koşuyor. Farklı kanallardan rejime direnen milyonların sesini ortaklaştırıp siyasi gidişata müdahale edecek geniş ve birleşik bir muhalefet hattına ihtiyaç var. Aksi halde ülke ne kadar dibe batarsa batsın, iktidar bir tekerrür çemberinin içinde ömrünü uzatmaya devam edecek.

Ders: Çantalar nasıl dolacak?

Yeni eğitim-öğretim yılının başlamasına sayılı günler kala servis ücretlerine ve kırtasiye malzemelerine zam gelmeye devam ediyor. Geçen yıl ilköğretim seviyesindeki bir öğrencinin çantası bin 200 TL’ye dolarken, fiyat bu yıl 3 bin 500 TL’yi aştı. Ekonomik krizle artan kırtasiye masrafları, okul servislerine yapılan zamlar ve üniforma ücretleri velilerin belini büktü
Yeni eğitim-öğretim yılının başlamasına bir aydan az bir süre kalırken veliler okul ihtiyaçları için kırtasiyelerin yolunu tuttu. Kırtasiye ürünlerine önceki yıla kıyasla ortalama yüzde 40 ila yüzde 70 oranında zam geldi. Geçtiğimiz yıl ilköğretim seviyesindeki bir öğrencinin okul çantası 1200 TL’ye dolarken şimdi ise bu fiyat en az 2 bin TL’yi ortalama ise 3 bin 500 geçiyor. Temmuz ayında asgari ücrete herhangi bir zam yapılmazken okul ihtiyaçları ve servis ücretlerine yapılan zamlar yurttaşın cebini yakmaya devam ediyor. Artan maliyet ise velileri kalitesiz ürünleri satın almaya mecbur bırakıyor. Velilerin ekonomik krizden nasıl etkilendiğini yerinde görmek için geçen yıl fiyat listesi çıkardığı kırtasiyelerin bulunduğu İstanbul’un Eminönü ilçesinin yolunu tutan Veliler, en ucuz ürünleri bulmak için kırtasiye kırtasiye geziyor. Öğrencilerin okul için en temel ihtiyaçları arasında çanta, defter, kalem, silgi, boyama kiti, kalem traş, resim çantası, kalemlik ve suluk bulunuyor. Bir öğrencinin çantası en ucuz 2 bin TL’ye ortalama ise 3 bin 500 TL’ye doluyor. Büyük boy defterlerin fiyatı 35 ila 100 TL’den başlarken kurşun kalemler 18 ila 20 TL, uçlu kalemler ise 50 ila 180 TL arasında değişiyor. İlkokul öğrencileri için istenen pastel boyalar 195 TL ila 345 TL, sulu boyalar en ucuz 110 TL ila 195 TL, kuru boyalar ise 85 TL’den 245 TL’ye kadar çıkıyor. Sırt çantaları 750 ila 2 bin 500 TL, kalem traşlar 15 TL ila 40 TL, silgi 10 TL, suluklar 100 TL ila 200 TL, suluklar 150 TL, resim çantalarının fiyatları ise 295 TL arası seyrediyor.

Okul servileri zamlandı

Eğitim-öğretim yılının başlamasına sayılı günler kala velilerin kapılarını çaldıkları ilk durak kırtasiyelerle de sınırlı kalmadı. Eğitime yönelik her kalemden yapılan zamlar velilerin etrafını kuşatırken akaryakıt fiyatlarına gelen zamlarla birlikte okul servislerinin de ücretleri devam ediyor.
Ankara’da servis ücretlerine yüzde 40 oranında zam yapılırken buna göre okul servis ücreti yıllık 0-3 kilometre arası 16 bin 745 TL, 3-6 kilometre arası 18 bin 450 TL, 6-10 kilometre 21 bin 320 TL, 10 -15 kilometre arası ise 24 bin 810 TL oldu. İstanbul’da ise 0-1 kilometre arası 1665 TL olan okul servisi ücreti yüzde 16’lık zamla birlikte 1931 TL’ye yükseldi. Çanakkale’de ise durum pek farksız değil. Kentte okul servis ücretlerine yapılan yüzde 52 oranındaki zamla birlikte 10 kilometre ve üzeri mesafelerde sabah, öğle ve akşam servis ücretleri yıllık olarak ortalama 47 bin TL’yi bulacak.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Gündem Haberleri