Sadece soğanı alayım (2)

Sadece soğanı alayım (2)

Ben ekmeği fırından alacağım, bunun için çıkışta fırına uğradım; sürpriiiizzz! Beyaz ekmek 6 lira olmuş. Ne zamandan beri dedim; “1 Ocak’tan itibaren,” dedi görevli kadın. Bizim Beylikdüzü, ekmek ve simit konusunda her zaman başı çeker. Az sosyete değilizdir hani. Ekmek fiyatları açıklandığı zaman en iyi ihtimalle altı ay önceden zamlı tarifeden yemeye başlamışızdır. Neyse ki beyaz ekmeği bırakalı çok oldu. Tam buğday alayım dedim, bir kadın müşteri de aynı ekmekten istedi. Fiyatı 14 lira olmuş. Kadın kendini tutamadı; “14 lira, bu ne yaaa; valla geçinemiyoruz, billâ geçinemiyoruz,” diye yüksek sesle feryat etti. Fırıncı kadın: “Biz de ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Müşteriye bakıyoruz, haklı. Bu tarafa bakıyoruz onlar da haklı.” Kadın ise öfkeyle devam ediyor: “Hâlâ utanmadan milletin karşısına çıkıp oy istiyorlar. Ülkeyi ne hale getirdiler. İnsan da biraz sıkılma olur. Çok dolduk, patlamak üzereyiz. Şu sandık gelse de bunları defetsek artık!” Hırsla fırından çıktı, ben de arkasından. Peynir almak için Kooperatif markete gideceğim. Orası da ucuz değil ama diğerlerine göre biraz daha uygun. Peynirlere bakarken emekli oldukları belli iki erkek müşteri geldi. Buranın çok uygun bir peyniri var. Bir kez ben de aldım. Kireç gibiydi. Bir daha almadım. Birisi hemen o peynire uzandı. Ben, “o çok iyi bir peynir değil,” dedim. Arkadaşı, “kap sen kap,” dedi. Benim uyarım umurlarında bile olmadı. Onlar için ne yedikleri değil ne fiyata yedikleriydi önemli olan...

2 Aralık 2023: Orta yaşlarda bir kadın markette et reyonuna yaklaştı. Uzun uzun hepsine baktı. Görevliye en uygun olanı işaret edip bir kilo kıyma çekmesini söyledi. Çocuk hazırladığı paketi uzattı. Kadın paketin üzerindeki etikete baktı; 1 kilo 98 gramdı. Öfkesini tutmaya çalışarak; “100 gr. fazla koymuşsunuz,” dedi. “100 gr. sizin için önemsiz olabilir ama benim için önemli çünkü 35 lira tutuyor.” Çocuk özür dileyerek paketi aldı ve açtı. Kadın söylenmeye devam etti: “Kusura bakma sana zahmet verdim ama artık geçinmekte çok zorlanıyoruz. Bizi bu hallere getirdiler. Her gün beddua ediyorum. İnşallah bir gün tutacak.” Çocuk hiç sesini çıkarmadan tam bir kiloya ayarladığı kıyma paketini kadına uzattı. Kadın teşekkür etti ve uzaklaştı. İçine düştüğü durum nedeniyle ağlamamak için kendisini zor tuttuğu o kadar belliydi ki... Boğazıma bir yumru dayandı, yutkunamadım...

10 Ocak 2024: Kar yağdı böyle oldu! Fiyatlar tavana vurdu. Yine bir marketteyim, mecburen. Bir kadın müşteri söyleniyor: “Allah sizi bildiği gibi yapsın! Sizde kabahat yok ki kabahat yıllardır bu ülkenin tepesine binenlerde ve onlara oy verenlerde. Allah belalarını versin!” Bir başkası, “maydanoz ne kadar,” diye soruyor. Sonra da “10 liraymış neyse,” diyor bana dönerek. “En ucuzu maydanoz,” diyorum sırıtarak. “Yapacak bir şey yok, mecburen alacağız, lazım çünkü,” diyor. Yapacak çok şey var diyorum. Örgütlü bir toplum olmazsak böyle herkes sırtımıza biner. Biz sesimizi çıkarmazsak onlar ne getirirlerse onu almak zorundayız. “Sesimizi çıkarsak ne olacak, anında içeri alıyorlar. Bir iki kişinin ses çıkarmasıyla olmaz ki. Zaten kimse de sesini çıkarmaz,” diyor başını sağa sola sallayarak. “Haklısınız,” diyorum bıkkın bir şekilde. Siz böyle öğretilmiş çaresizlikle yaşamaya devam edin, demiyorum. Çünkü bıktım artık insanları uyarmaktan. Kasaya geçiyorum, orada da ayrı bir dram. Yan kasada bir kadın sesi; “nasıl yaa,” diyor, “80 lira mı tuttu bunlar?” Dönüp bakamıyorum rahatsız olmaması için. “Çok değil mi 80 lira,” diye soruyor. Kasiyer kız cevap vermiyor. Kadın, “iptal etmek zorundayım aldıklarımı,” diyor. Ben işimi bitirip içim yarılmış bir şekilde dışarı çıkıyorum. Marketin yanındaki çöp konteynerlerinin önüne çürümeye başlamış karnabaharları atmışlar. Genç bir çocuk buz gibi havada onları ayıklıyordu. Bir kez daha kahroldum...

9 Mart 2024: Markette kasa sırasındayım. Orta yaşın biraz üstünde bir kadın, kasiyerin söylediği tutar üzerine biraz durakladı, sonra kredi kartını uzattı. Poşet istemedi. Düşünceli bir ifadeyle çantasından çıkardığı bez torbaya aldıklarını yerleştirdi. Kasa fişini kontrol etti. Torbanın saplarını düğüm yaptı; tam uzaklaşacakken kasiyer seslendi: “Bunu unuttunuz!” Geri döndü, unuttuğu ürünü aldı. Torbanın düğümünü açtı, içine attı, tekrar düğüm yaptı. Kapıdan çıkarken belli belirsiz bir sesle şöyle dediğini duyduk; “Allah belanızı versin!”

11 Haziran 2024: Marketin et reyonunda bekliyorum. Yanımda yaşlıca bir kadın bir kilo kıyma çektirdi. Görevli genç, eti çekti, paketledi, etiketi yapıştırdı; “buyurun!” diyerek paketi uzattı. Müşteri paketi aldı, üzerindeki etiketi kontrol etti ve biraz da sinirli bir tonla geri uzatarak; “çocuğum ben sana bir kilo dedim, sen 80 gram fazla vermişsin,” dedi. Ben şaşkınlıkla, dejavu yaşıyorum her halde diye düşündüm. Ben bu olayı bir kez daha yaşamamış mıydım? Kadın, “bunu al ve tam bir kilo olarak tart,” diyerek paketi geri uzattı. Görevli biraz da canı sıkkın bir şekilde paketi aldı ve “80 gr. fazla bir şey değil ki!” diye söylendi. Kadın daha da sinirlenmişti: “Kıymanın kilosu kaç lira farkında değilsin her halde! 80 gr. yaklaşık 40 lira eder. Hep böyle yapıyorsunuz, kasada hesap şaşıyor. Marketi mi zengin edeceksiniz!” Çocuk kıymayı tam bir kilo ayarlayıp asık bir suratla müşteriye uzattı. Kadın paketi alırken biraz daha sakin bir sesle şöyle dedi: “O eskidendi evladım. Fazla tartılan ürünlere ses çıkarmazdık ama devir o devir değil artık. Bunda ne sizin ne de bizim suçumuz var. Sebep olanlar sebepsiz kalsın! Kolay gelsin!”

22 Haziran 2024: Sebze almak için markete gittim. Sebze reyonunda dolaşıyorum. Biraz patates alacağım ama beni iğrenç bir koku karşıladı. Patateslerin üzeri ne olduğunu anlayamadığım beyaz bir madde ile kaplıydı. Çöpe atılması gereken patateslerin fiyatı 24,99 TL idi. Şeftaliler çürüktü. Mağaza görevlisine durumu anlattım, sıcağı bahane ederek bana bir sürü masal anlattı. “Haklısınız ama bu ürünleri tezgâhta tutamazsınız, bu müşteriye hakaret etmektir; onları çöpe atmanız gerekirdi,” dedim. “Arkadaşlarla konuşacağım,” dedi. Elbette devlet denetimi olmadığı için marketler diledikleri ürünleri diledikleri fiyata vatandaşa satmakta hiç çekinmiyorlar. Örgütlü bir toplum olamadığımız için protesto yeteneğine de sahip değiliz, ne yazık ki. Ne verirlerse onu yiyoruz. Bu çok alçaltıcı bir durum değil mi?

31 Temmuz 2024: Yine marketteyim. Ürünlere bakıyorum. Biraz üzüm alayım dedim ama beğenmedim. Hani şu yıkamak için suyun altına tuttuğunuzda taneleri sapır sapır dökülen ve sapları elinizde kalan cinsinden. Fiyatı da 69,90 TL. Tabi sinir oldum. Sesli söylenmişim: “Çok kötü bu üzüm. İnsan bunları satmaya utanır. Üzüm memleketinde yediğimiz üzümlere bakın!” Genç bir ses; “abla hepsi kötü,” dedi. Başımı kaldırdım, 19-20 yaşlarında bir delikanlıydı. Elindeki poşeti göstererek; “ben de çok az aldım. Canım istediği için. Zaten çok pahalı... Alamıyoruz abla, yiyemiyoruz,” dedi. Poşetinde bir salkım kadar üzüm ve yanında da ne olduğunu anlamadığım başka bir şey vardı. Elindeki poşetini bana gösterirkenki hali içimi acıttı. “Evet,” dedim, “maalesef durum bu! Biz sesimizi çıkarmadıkça bu kötü ürünleri hem de fahiş fiyatla kakalamaya devam edecekler.” Sesini çıkarmadı. İşte bu nedenle kaybediyoruz; sessiz kalarak ya da kendi aramızda dertleşerek... Gençler, geleceğinize sahip çıkın! Hayatınızın çalınmasına izin vermeyin!

Bu da üç çocuğuyla yaşamaya çalışan bir annemizin bizzat telefonda bana anlattıkları. Konuşurken ağlamamak için kendimi çok zor tuttum. “Tülay Hanım,” dedi, “market market, pazar pazar geziyorum. Çıkma sebze meyve arıyorum.” Çıkma dediği yarı çürümüş. “Onları alıyorum, yıkıyorum ve çocuklarıma yediriyorum. Ben ister miyim çocuklarıma çıkma yiyecek yedirmeyi, ama ne yapayım, mecburum. Bunları size anlatırken utanıyorum ama çarem yok. Kızım mezun olacak, okul fotoğraf için 100 lira istedi. Veremedim. Çocuk, fotoğrafa katılamayacak. Çok üzülüyor. Yok ki nereden vereyim.” Bu annenin evi kira... Üç çocuğu da okulda... Sadece çocuk yardımı alıyor. Yani sıfır gelir. Çocuklarını bırakıp işe de giremiyor.

Yoksulluğun fotoğrafı

Nasıl, sanki bir öykü kitabı gibi değil mi? Ama hepsi gerçek ve ben bunlara bizzat şahit oldum. Fotoğrafları bizzat çektim.
Hanımlar, beyler!
Göstergeler yalan söylüyor. Türkiye hızla fakirleşiyor. İnsanlar nerede bir ucuzluk günü varsa soluğu orada alıyor. Marketlerin, pazarların önüne atılan çürümüş meyve ve sebzeler akşamüstüne doğru yoksul insanlar tarafından toplanıyor. İnsanlar yiyemedikleri gıdaların hasretini çekiyor. Hiç olmazsa tadabilmek için market geziyorlar. Bu gözler neler gördü! Sözüm ona tadına bakmak bahanesiyle kayısıları, kirazları üç-beş avuçlayan insanlar var. Türkiye’yi bu duruma düşürenler lüks içerisinde saltanat sürüyor. Milyar dolarlık makam araçlarıyla gezip, milyonluk saatler takıp, ıstakozlarla, bal, kaymaklarla besleniyorlar. Halka “sabır, şükür” tavsiye eden sözde din adamları milyarlık zırhlı Mercedes’lerle geziyorlar. Vatandaş fakirleştikçe siyasiler ve yandaşları zenginleşiyor. Beddua ederek bir sonuç alınamayacağını, Anayasa’nın kendisine tanıdığı insanca yaşam hakkı için mücadele etmesi gerektiğini bu halk ne zaman anlayacak?

Ülkenin başındaki muhteremler; o muhteşem koltuklarınızdan kalkın da market, pazar gezin. Ama öyle âlâ-yı vâlâ ile değil. Kılık değiştirin. Kimliksiz gezin; sessizce... Hz. Ömer’in yaptı gibi... Evsel atıkların bulunduğu kumbaraların yakınına gidin. Özellikle de pastane veya market yakınında bulunan çöp konteynerlerinin yakınında bekleyin. On dakikada en az beş yoksul uğrayacaktır. Konteynerlerin içinde çöpleri karıştıran çocuklar göreceksiniz. Tecrübeyle sabittir. Görün bakalım ülkede: “Porsiyonları küçültün. Küçük market arabaları kullanın. Evi az ısıtın. Elektrikte tasarruf edin. Domatesi az yiyin. Turfanda sebze zararlıdır. Duşlarınızı beş dakikaya indirin. Yarım kilo et yiyin.” gibi âdeta dalga geçen, içi boş tavsiyelerle bu yoksulluk çözülebilir miymiş?
Devlet olmanın gereğini yapın! Göstermelik tehditlerle değil, gerçek denetim mekanizmalarını hayata geçirin. Vatandaşı fahiş fiyat uygulayan ve çürük sebze-meyve satmaya çalışan tüccara karşı koruyun! Çok mu zor bunu gerçekleştirmek? Çünkü bir uzman ekonomistin dediği gibi: “Fiyatların %20’si maliyet ise %80’i ahlaksızlık olmalı.” Hem ekonomik olarak hem de ahlaki olarak çöküyoruz. Bir ülkede ahlak düzelirse başta hukuk ve ekonomi olmak üzere her şey düzelir.

Ne demişti Büyük Atatürk Cumhuriyet’in Onuncu Yıl Nutku’nda:

“... Yurdumuzu, dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi, en geniş, refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Millî kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. ...Çünkü Türk milletinin karakteri yüksektir; Türk milleti çalışkandır; Türk milleti zekidir. Çünkü Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk milletinin, yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet ilimdir.
Büyük Türk milleti!
... Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile atinin yüksek medeniyet ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır.”
Doğduk mu?

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Ekonomi Haberleri