Göçük altında kalan Filistin için

Göçük altında kalan Filistin için

Gökyüzü her zamanki gibi griydi. Yıkıntılar arasındaki sessizlik, büyük bir trajedinin ardından gelen o soğuk, kalp burkan sessizlikti. Küçük bedenler toprağa karışmış, duvarlar yıkılmış, umutlar enkazın altında kalmıştı. Leyla, elleriyle bombaların yol açtığı göçükten oğlunu çıkarmaya çalışırken, yüzünden süzülen gözyaşları toprağa akıyordu. Ellerinin altında sadece taş, beton ve kan vardı. "Ali…Alii" diye feryat ediyor, ama sesi rüzgarla birlikte kayboluyordu.

Bu savaş yeni değildi, yetmiş yılı aşkın bir zamandır kadim cehennem zebanilerinin birleşip bir halkı lokma lokma yutma vahşetiydi. Sadece bir halkın kaderi değil, planlı bir savaş ve gasp operasyonuydu. Bu, dünya güçlerinin bir araya gelerek karanlık çıkarlarını besledikleri bir savaşın en kanlı sahnesiydi. Leyla, kan deryasının içinde büyümüştü ve bunu biliyordu, bilse de ne fark ederdi? O, sadece beş yaşındaki oğlunu arıyordu. Oğlunu ve onunla birlikte göçük altında kalan bütün hayallerini.

Yakub ise uzaklarda, Tel Aviv’in beton duvarları arasında sessizce oturuyordu. Büyük bir soykırımında mucize eseri kurtulan, şimdi doksan yaşlarında çocukluk anılarında daha dün gibi hatırladığı kaçışın acılı anılarıyla yaşayan bir Yahudi’ydi, kendi halkının yaşadığı travmayı, Nazilerden kaçışını, toplama kamplarındaki dehşeti hatırlıyor, fakat İsrail'in bugün Filistin’de yaptıklarını anlamlandırmaya çalışıyordu. Bu savaşı anlamak, geçmişin gölgesinde yaşayan biri için daha da zor oluyor, yaşlı bedeni acıyla doluyordu. Ama işin içinde daha büyük bir oyun vardı; bir zamanlar Nazilerin Yahudiler üzerinde kurduğu baskı, şimdi Yahudi ırkçı iktidar Filistinliler üzerinde kurmuştu. Ne büyük bir zülüm döngüsüydü! Naziler kadar ahlaksız ve insanlıktan yoksundu.
Leyla, oğlunun bedenini enkazın altından çıkaramasa da, dünya devi silah şirketlerinin savaş için ellerini ovuşturduğunu, her bomba sesinde kasalarının dolduğunu biliyordu. Silahlar, tanklar, uçaklar… Hepsi devasa şirketler tarafından üretilmiş, bu savaşın hiç bitmemesi için dolaşıma sokulmuştu. Oğlunun ve halkının ölümüne neden olan bombayı hangi şirketin ürettiğini bilmek imkansızdı. Ama Leyla, masumların bu savaşta sadece birer kurbandan ibaret olduğunu da biliyordu.

Küresel güçlerin bu savaşı kışkırtan elleri her yerdeydi. Silah şirketleri, savaşın devam etmesi için devasa bütçeler harcıyor, ülkeleri bu savaşa sürüklüyordu. Her bombanın patlamasıyla yeni bir sipariş, yeni bir kâr geliyordu. Bu savaşın kazananı yoktu, sadece kâr edenleri vardı. Leyla’nın Ali’yi kaybetmesi, Yakub’un vicdan azabı, dünya liderlerinin umurunda değildi. Onlar için önemli olan, savaşın sürmesi, pazarların açık kalması ve silahların her iki tarafa da satılmasıydı. İsrail ve Filistin, bu kanlı oyunun sadece birer parçasıydı. Tıpkı Vietnam’da, Irak’ta, Suriye’de olduğu gibi, burada da büyük güçler masum bedenler üzerinde oyun oynuyordu.

Yakub, savaşı durdurmak için bir şeyler yapmak istiyordu, ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Yahudi halkı bir zamanlar Nazi zulmüne karşı dünyadan yardım beklerken, şimdi kendisi, bir başka halkın yok edilmesine sessiz kalmıştı. İsrail'in, Filistinli çocukları, anneleri, babaları hedef alarak yürüttüğü bu savaş, onun zihninde acı bir soruyu doğuruyordu: Bu savaş kimin savaşıydı?
ABD’nin, İngiltere’nin, Fransa’nın ve Almanya gibi silah üreticisi devletlerin gölgeleri bu savaşın her yerindeydi. Her bir bombada, her bir roket atışında bu büyük devletlerin elleri vardı. Emperyalist güçler, dünya üzerindeki dengeleri korumak için savaşı kışkırtıyor, silah satıyor, petrol pazarlarını genişletiyor ve insanları yok ediyorlardı. Leyla’nın oğlu Ali, dünyanın her yerinde büyük devletlerin çıkar savaşlarına kurban giden milyonlarca insandan sadece biriydi.

Yakub da aynı çıkar oyunlarının kurbanıydı. İsrail’in kendini koruma adına, Filistin’de ve çevresinde yürüttüğü bu savaş, Siyonist işgalcilerin halkını koruduğunu iddiası koca bir yalan olduğunu herkes biliyordu. Leyla’da Yakub’da bu savaşı istememişti. İkisi de barış içinde yaşamak istemişti. Bu çok daha kolay ve mümkündü. Ama büyük güçler, bu barışı hiçbir zaman istememişti. Savaşın devam etmesi, onların işine geliyordu. Silah şirketleri, bombalarla kandan beslenirken, savaş kışkırtıcısı dünya liderleri her bir ölümden en az İsrail işgalcileri kadar suç ortağıydılar.

Leyla, Ali’yi göçük altından çıkaramadan dizlerinin üzerine çöktü. Yıkıntılar arasında nefes almak zorlaşıyordu. Yakub ise kendi vicdan azabıyla boğuşuyordu, Filistin’in harap olmuş sokaklarında yankılanan çığlıklar, Berlin’in sokaklarında yankılanan eski çığlıklara benziyordu. Tarih tekerrür mü ediyordu, yoksa insanlık her seferinde daha da mı derinleşen bir trajediyle karşı karşıyaydı?
Dünya kapitalistleri 1929 büyük krizini Nazilerin başlattığı bir dünya savaşına dönüştürüp dünyayı yeniden paylaşmak için kana buladılarsa, şimdi tek kutuplu dünyada ekonomik siyasi ve teknolojik, ideolojik geriliğinden fırsat bulup mazlumların kanı üzerinden bölgesel savaşların vahşetinde demokrasicilik adına, radikalizmle ve terörizmle mücadele kılıfı, büyük bir soykırımla sonuçlanmaktadır. Ateş düştüğü yeri yakıyor. O ateş herkesi yakmadan dünya barış güçleri daha cesur olmak zorundadır. Leyla’nın çığlığı, Ali’nin daha yaşamadan küçük bedeni bombaların alevinde yok olması, Yakub’un cehennemden sınanmış geçmişini bugün ait olduğu devletin ırkçı iktidarının utanç belgesi olarak tarihe yazılırken, dünya da tek güvencemiz barış için mücadele edenler olacaktır.

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Dünya Haberleri