Çocukluğumda hafta sonu neler yapardık...

 Cumartesi cumartesi filmi vardı izleyeniniz oldu mu bilmiyorum.
Bir Türk filmi ama oyuncuların çoğu Alman vatandaşıydı ve Almanya'da çekilmiş filmdi.

Zannediyorum 90'lı yılların başı veya 80'li yılların sonunda çekilmiş ve o güne uygun güncelliği ile çekilmişti.
Filmin konusunda kısaca bir cumartesi gününde Almanya'da bir kentin bir mahallesinde yaşantılardan enstantaneler verilerek o günü o insanların nasıl geçirdiği anlatılıyordu.
*
Kimi alışverişteydi.
Kimi evinde temizlik yapmakta.
Kimi ailesi ile parkta oturmakta.
Kimi sevgilisi ile buluşma telaşında.
Kimi hastanede hastalıkla boğuşmkata v.s.
*
Filmde bir sahne vardı ki aman Allahım.
Alışverişe çıkan kadın yaklaşık 3-4 yaşındaki hiperaktif çocuğunu caddede bulunan çocuk bakım evi veya kreşe teslim ediyordu.
İşi olan ailelerin çocuklarını geçici olarak bıraktıkları kreşte veya çocuk geçici bakım evinde adına ne derseniz işte yaklaşık 20-30 çocuk vardır.
Başlarında bir tane genç bayan öğretmen veya bakıcı.
*
Bu kadının bıraktığı çocuk eline bir oyuncak arabayı alarak tek tek sormaya başlıyordu.
Bu nedir? Diye.
Neredeyse bütün çocuklar ve öğretmen de dahil hepsi o soruya – Oyuncak cevabı veriyordu.
Afacan çocuk ise sorusuna aldığı oyuncak cevabını beğenmeyerek kreşin altını üstüne getiriyordu, öğretmenin saçlarını yoluyordu, diğer çocukları da köşeye sıkıştırıyordu.
*
Derken tam da bu anda kadıncağızın işi bitmişti ve içeri girmişti.
Çocuk bu defa aynı soruyu annesine sordu; - Bu ne?
Annesi; - Araba.
Çocuk kabus yaşattığı diğer çocuklara ve öğretmene dönerek bağırıyordu; - Araba, araba, araba...!
*
Neyse neredeyse yazımın konusu bu film oldu ama asıl yazıya başlama sebebim; bir cumartesi günü eskiden ne yapardıktı.
Oraya dönüyorum.
Mesela 1970'li yıllarda çocukluğumun, 80'li yıllarda çocuk ve gençliğimin, 90'lı yıllarda ise genç ve yetişkin olduğum yıllarda neler yapardık, hatırladığım anıların bazılarından bahsedeyim.
*
70'li yılların başı yani çocukluğumda ne yazık ki köyümüzde elektrik yoktu, dolayısıyla o yıllarda benim için günlerin birbirinden farkı yok gibiydi.
Babam ise İstanbul'da çalıştığından hafta sonu hafta içi cumartesi pazar ayrımı yapmam mümkün değildi.
80'li yılların başında tanıştım elektrikle. Adeta 12 Eylül ile birlikte geldi köyümüze cereyan.
O yıllarda cumartesi günlerinin bende en öne çıkan özelliği okul dönemlerinde bol bol arkadaşlarla futbol oynamak ve arada bir televizyonu olan evlere giderek çizgi film izlemek.
Tabi öyle elektrik gelir gelmez televizyon, buzdolabı, çamaşır makinesi sahibi olmak ne mümkün.
Kaldı ki buzdolabı ve çamaşır makinesi ile İstanbul'da 90'lı yıllarda tanıştım.
Ha top oynamaya gelince.
Evde yırtık pırtık bir çorap araklanır.
İçerisine her arkadaşın evden arakladığı yırtık pırtık elbiselerden parçalar konar.
Yetmedi azıcık ot, azıcık hayvanların sırtından yolunan tüyler konar.
Bir güzel sarılıp sarmalanır.
Hadi buyurun bakalım, futbol topumuz hazır.
*
Üstelik komşunun camını kırma riski yok çünkü hem fazla zıplamaz hem de evlerin çoğunda cam pencere yok. O yıllarda çoğunlukla damların üzerindeki bacalarla aydınlanırdı evler.
Ayda yılda ya da daha sonraki yıllarda plastik futbol topu ile tanıştık ki.
İnanın o 3 gram plastik topla köyle arası turnuvalar yapardık.
Köylüler at arabalarına binerek futbol sahasında bizleri desteklemeye gelirlerdi.
Ancak o kadar adamın birisinin ne aklına gelirdi gidip şehirden (Kars) meşin futbol topu almak ne de bir futbol topuna vermek için 3 kuruşlarına kıyarlardı.
*
Tabi bir de futbol sahalarımız vardı ki; taş, çamur, mıcır, çakur çukur.
Hımmm arada bir hayvan otlatan çobanlar ki inadına bizim futbol oynadığımız tarlalardan geçirmezler miydi hayvanlarını.
Bekle bakalım kaç dakika bekleyeceksin.
Kısaca dostlar ne yalan söyleyeyim sahipsizdik biz çocukluğumuzda.
Bakın duygulandım ağlamaklı oldum şimdi!
Evet başka neler yapardık.
Mesela kızak kayardık.
Memlekette senenin en az altı ayı yerde kar olduğundan bol bol kar kış ortamında yaşamayı öğrenmiştik.
Evde büyük abisi ve babası olanlar şanslıydı.
Çünkü kızak veya uyduruktan kayılacak bir kayağa sahip olmak için becerikli olmak da şarttı.
Benim ise babam gurbette (İstanbul), amcalarım dayılarım ve abim ise bu türden oyuncaklara pek mearklı değillerdi.
*
Bunlardan birisine cesaret edip söyleyemezdim ki; bana kızak yapın, vey abana kayak yapın diye.
Anında oracıkta patlatırlardı tokatı yüzüme, git işine diye.
Çünkü çok önemli işleri vardı.
Ya kahvehanede piştirik oynayacaklardı veya boş boş evin bir köşesinde sigara içeceklerdi.
*
Bu arada merak edenler için köyüm Kars'ın kuzeyinde bulunan Arpaçay ilçesinin Ermenistan'ın Gümrü kenti ile komşu olan Polatköyü.
Çocukluğum ve lise bitirene kadar gençliğim bu köyde geçti.
Evet belki güzel kızaklarım olmadı ama bir naylon parçası ile dağlardan tepelerden kayarak uçtum.
Evet bir futbol topum olmadı ama o çoraptan top ile bir şampiyonlar ligi finalinde oynarcasına zevkle futbol oynadım.
Evet pahalı oyuncaklarım olmadı ama, oynayacak atım, eşeğim, keçim, danam, köpeğim, kuzum oldu.
*
Düşünün babam İstanbul'un göbeğinde önemli bir görevde ve senede en fazla bir hafta bizleri görmeye geliyor.
Her gelişinde kıyafetler alıyor ama ne yapsın adamcağız (Allah rahmet eylesin 3 yıl önce aramızdan ayrıldı) tam 8 çocuğa bir görme engelli babaya bakmaktan aklına çocuklarına oyuncak almak gelmiyordu.
Neyse sonraları orta okul yılları, lise yılları ve gençliğimizde cumartesi günlerimizde daha farklı etkinliklerimiz oldu tabi.
İsterseniz yazımızı şu hikaye ile bitirelim.
Belki ilerde yine bir haftasonu yazımızda bu konunun devamını yazarız!
*
Hikayemizin adı; FAKİR OLMAK
Bir gün zengin bir baba, oğlunu bir köye götürür. Amacı orada yaşayan insanların ne kadar fakir olduklarını göstererek oğluna sahip olduklarının değerini bilmesini öğretmektir.
Çok fakir bir ailenin evinde iki gün misafir kalırlar. Eve döndüklerinde baba oğluna sorar: "Gezi nasıldı?"
"Harikaydı, baba."
"Fakir insanların nasıl yaşadığını gördün mü?"
"Evet, baba."
"Peki, söyle bana bu geziden neler öğrendin?"
"Bizim bir köpeğimizin olduğu halde onların dört köpeği olduğunu gördüm. Bizim havuzumuz bahçenin ortasına kadar uzanıyor. Onların deresinin sonu yok. Bizim bahçemizde ithal malı lambalar var. Onların gökyüzünde sonsuz sayıda yıldızları var. Bizim bahçemiz, evin önündeki duvarla sınırlı. Onların bahçesi ufka kadar uzanıyor. Bizim toprağımız küçük. Onların uçsuz bucaksız toprakları var. Biz yiyeceğimizi satın alıyoruz, onlar kendileri yetiştiriyor. Biz, etrafımıza bizi koruması için duvarlar örüyoruz, onların ise kendilerini koruyacak dostları var."
Çocuğun babası dilini yutmuş halde sus pus olmuştu.
Çocuk, babasına şükranla baktı, ve devam etti, "Teşekkür ederim baba, bana ne kadar fakir olduğumuzu gösterdiğin için."

*

İşte benim köyüm de aslında bu kadar zengindi...!

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Yazar Yazıları Haberleri